26 Şubat 2014 Çarşamba

SAN FRANCİSCO



6 ŞUBAT- 25 ŞUBAT 2014 

San Francisco'da ve kızımlayım:))

Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak bilinen bu şehir bu övgüye gerçekten layık.  Yalnızca şehrin güzelliği ile değil insanlarının toleransı, birbirine saygısıyla da şehir bana keyif veriyor. 
Tarihi MÖ 3000 yılına kadar giden şehrin bugünkü tarihi İspanyolların 1776 da gelmesiyle başlıyor  ve 1849 daki altına hücumla şehir büyüyor, ancak 1906’da çok büyük bir deprem oluyor ve gaz borularının patlamasıyla yangınlar ortalığı kaplıyor ve şehrin dörtte üçü yanıyor. Kısa sürede tekrar kurulan şehir 2. Dünya savaşında Pasifikteki savaş gemilerine üs oluyor ve savaş sonrası savaş karşıtı , özgürlükçü fikirlerin yeşerdiği bir şehre dönüşüyor.

Şehrin bir yanında Pasifik okyanusu ortasında da bir körfez var. Sanırım bu konumdan dolayı yaz kış hava sıcaklığı hemen hemen aynı.  Sanırım yazın  sis şehri kaplıyor ve ısınmasına mani oluyor.
Eşcinsel evlilikleri kabul eden ve belediye binasında dalgalanan eşcinselleri temsil eden gökkuşağı renginde bayrağı ile liberallerin şehri ünvanını haklı olarak alıyor. Nufüsun %3 ü aynı seksten evli ya da birlikte yaşayan insanlardan oluşuyor.


Şehrin hemen her yerinde bisiklet yolları var . Olmayan yerlerde de öncelikleri. Her türlü toplu taşım aracında engeliler ve bisikletlilerin rahatça binmelerini sağlayacak düzenekler var.

Bu bölgede çalışanlar genellikle yeni teknoljilerle , yeni projeler geliştirme işlerinde çalışıyorlar. Google,facebook, microsoft vb bütün şirketlerin genel merkezleri burada. Gelir düzeyleri de yüksek olduğu için çok şık arabalar var. Spor araba sayısının çokluğu beni şaşırttı. Bir de her tarafta hangi milletin isterseniz lokantaları var. 

Geldiğimin ilk iki günü dinleniyorum. Yakındaki çarşılara gidiyorum. Burada herhangi bir alışveriş için bu merkezlere gitmek gerekiyor. İkinci  gün kayboluyorum. Genelde pek kaybolmadığım için benim için garip bir durum. Koşu yapan bir kız yardımcı oluyor. 




Merıç'in evi şehre trenle bir saat mesafede. San Francisco'nun varoşlarında oturuyorsun deyince bozuluyor. San Francisco’ya uzak çok şık bir semt. 
Toplu taşıma araçları çok fazla ve rahat. Trene ya da metroya binince son durağa gidecekmişsin gibi toplu taşıma kartından para kesiyor. İnince tekrar okutuyorsun gittiğin yere göre örneğin son durağa gitmediysen farkı kartına ekliyor.  Amerika'nın en pahalı şehirlerinden biri. En basit yemek 10-15 dolar tutuyor. 
 
ÇİN MAHALLESİ GİRİŞİ
PARKTA SPOR YAPANLAR
İlk San Francisco günüm keşif gezisi gibi oluyor. Trenin son durağında inip , epey bir yol yürüyüp şehrin merkezi olan market caddesindeki turizm bürosundan harita vb evrakları alıp ilk durak olarak Çin mahallesine gidiyorum. Burası Çinden sonra en büyük Çinli nüfusunun olduğu yermiş. Nüfusun %21 Çinliymiş. Altına hücum sırasında tren yolunu yaptıran Standford ailesi onları burada çalıştırmak üzere ucuz işçi olarak getirmiş. Bu hikayeleri Teksas,Tom Miks ve Red Kit gibi çizgi romanları okuyanlar hatırlayacak.
 Her tarafta Çin dükkanları,lokantaları var.  Bir de bu mahalledeki buda tapınağı geziyorum. Küçük ama görmeyenlere tavsiye ederim. İlginç bir mekan.
Stanford ailesinin demiryolunu  yaptırmasına karşılık demiryolunun etrafındaki arazi onlara bırakılmış. Bu aile tek oğullarını Mısır'a yaptığı bir seyahatta kaybedince onun anısına bir bina yaptırmak  istemişler ve doğudaki Harward üniversitesine gidip rektörle görüşmüşler. O zamanlar daha iptidai olan batıdan gelen karı kocanın kıyafetleri de pek şık değilmiş.
STANFORD GİRİŞİ
Harward'ın rektörü onları küçümseyip siz bir bina kaça mal olur biliyor musunuz deyince kaça diye sormuşlar ve fiyatı duyunca bayan Stanford kocasına dönüp o zaman biz de bir üniversite kuralım demiş ve böylece batının teknik konulardaki en önemli özel üniversitesi olan Stanford kurulmuş. İnanılmaz güzel ve çok ağaçlarla dolu çok geniş bir alana yayılan üniversitenin bahçesinden kimse otoyol geçirmeye de kalkmamış. Meriç’in iş arkadaşı Gülesi hanım beni hem üniversitede gezdiriyor, hem de bu hikayeyi anlatıyor.


Hafta sonu Meriç’le yürüyüşe gidiyoruz. Şehrin yakınında bir tepede yürüyüş parkurları var. 10 km’ye yakın yürüyoruz. Tepeden şehre bakıyoruz.

Şehirde bol bol yürüyorum. . Çok medeni bir şehir. Bütün şehirde bisiklet yolları var. Otobüs ve trenlerde bisikletliler ve engelliler için özel bölümler var. Ayrıca evsizler için de çeşitli olanaklar sağladığı ve iklim genel olarak çok soğuk olmadığı için sokaklarda pek çok evsiz ve dilenci görmek mümkün Özellikle belediye binasının olduğu bölgede. Haberlerde belediyenin kışın nispeten boş olan otellere evsizleri  yerleştireceğini ve STK’ların da onlara  iş bulmak için yardımcı olacağını dinledim. Metro duraklarının içi de onların yatakhaneleri gibi oluyor. Bir sabah gelirken bir kadının özellikle yaşlı olan evsizlere sandaviç paketleri verirken gördüm.
BELEDDİYE BİNASI



Belediye binasında her gün rehberli tur olduğu için başka bir sabah 12 de oraya gittim ancak kapıdaki nöbetçiler beni içeri almadılar. Çünkü Fransız Başbakanı vali’yi ziyaret ediyormuş. Etrafta da bir yığın Fransız onu görmeye gelmişler. Ben de Japon mahallesini doğru tırmanıyorum. Bu şehirde tırmanmadan yürümek çok zor. Her taraf dik iniş ve çıkış dolu. Çin mahallesinden sonra Japon mahallesi ancak bir blok olduğu için hayal kırıklığına uğruyorum. Şık bir Japon lokantasında shabu diye bir yemek yiyorum.

Bu kadar senedir buralarda yaşayan kızımın bilmediği bir yemekJ) Önünüze ocağın üzerinde kaynayan bir su geliyor. Bir tabakta et, sebze, tofu vb. geliyor. Bunları pişirip pirinçle yiyorsunuz.

Öğleden sonra şehrin hem alışveriş hem de en önemli turistik merkezlerinden biri olan Union meydanına gidiyorum. Burada bir gösteri olması lazım ancak ben saati yanlış anladığım için gösteriyi ucundan kaçırıyorum.  Bu meydanda genellikle artistlerin resim heykel gibi sergileri oluyor.
UNION MEYDANI

BAY BRIDGE
Feribotların kalktığı Ferry binasına yürüyorum. Burası körfeze bakıyor. İçinde çeşitli lokantalar, kafeler ve dükkanlar var. 1898 yılında İspanya Sevile şehrindeki Giraldo saat kulesi örnek alınarak yapılmış 80m yüksekliğinde saat kulesiyle turistlerin uğrak yeri. Hemen yanındaki  körfezin iki yanını birleştiren Bay köprüsü ise 1936 yılında yapılmış. 2013 de yapılan yeni köprü ise dünyadaki en geniş köprü ünvanına sahip.


Cumartesi günü Çinlilerin yeni yıl kutlamaları var. At yılının başlangıcı.  4712. ay yılına girilmesi. Çinlilere göre yeni yıl çok önemliymiş. Yeni bir işe başlamak, borçlarını ödemek, anlaşmazlıkları çözmek gibi konuların başlangıcı kabul ediliyormuş. Çin takviminde 12 hayvan yılı var.




Her yılda doğanlarında özellikleri değişik. Örneğin at yılında doğanlar çok neşeli ancak biraz geveze oluyorlarmış. Ayrıca mali işlerden çok iyi anlasalar da  ancak çabuk sinirlendikleri için insanların güvenini kaybediyorlarmış.

 Meriç'in arkadaşlarıyla Çin mahallesine gidiyoruz. Tam bir ana baba günü.  Sanki bütün Çinliler sokaklara dökülmüşler. Çeşitli firmaların ufak tefek hediyeler verdiği standların önünde uzun kuyruklar var. Ayrıca parklarda sokaklarda çeşitli orkestralar konser veriyor , kültür merkezinde de çeşitli gösteriler ve resim sergisi var. 
Çin mahallesinin ortasındaki park aynı Çin deki parklara benziyor. Yaşlı kadın ve adamlar kağıt ya da domino oynuyorlar , bir kenarda tai chi yapanlar ya da güneşlenenler var.



Akşamüzeri çeşitli kuruluşların bandoları ya da çeşitli kıyafetlerle yaptıkları geçit törenini izliyoruz. Benim en çok ilgimi çeken lezbiyen ve geylerin bandosu. Gök kuşağı renginde üniformaları ile geçit törenine renk katıyorlar.


Bir de sokak isimleri hem ingilizce hem Çince yazılmış. Japon mahallesinde de japonca ve ingilizce. Tren ve otobüslerdeki uyarılar da ingilizce, ispanyolca ve çince. Hiç kimse de bundan dolayı bölünüp parçalanmıyor. Akşam Cha Cha Cha isimli Küba lokantasına gidiyoruz. Ancak yemeye oturmadan önce bir saat kadar beklememiz  gerekiyor. Burada adet böyle. Meşhur bir yere gidiyorsan mutlaka sıra bekliyorsun. Kalamar ,karides,mantar vb mezeler yiyoruz.


Pazar günü Meriç’le Golden Gate köprüsünün ayağına gidiyoruz. Burada büyük bir park var. Ve pek çok bisikletli gelmiş. 
Köprünün ayağındaki kaleye tırmanıp körfeze ve bir zamanlar cezaevi olarak kullanılan meşhur Alcatraz adasını seyrediyoruz. Golden Gate köprüsü 3km uzunluğunda 1.3 km genişiğinde 1936 yılında trafiğe açılıyor. Adını İstanbul’daki Haliçten (Golden Horn) esinlenerek koyuyorlar. Körfezin en uç noktasından geçtiği için sanırım.
Oradan şehrin eşcinsellerinin yaşadığı Castro semtine gidiyoruz. Bu mahallede zaman zaman çıplak adamlar dolaşıyormuş. Doğu yemekleri diyen bir lokantaya giriyoruz. Sahibi Bingöl’lü Cemo çıkıyor.


1967 yılında AFS bursuyla Los Angeles yakınlarındaki Long Beach şehrine gelip bir sene bir ailenin yanında kalmıştım. O ailenin iki çocuğu Barbara ve Glenn o zamanlar ufacık velettiler ama şimdi 60 yaşına merdiven dayamışlar. Barbara Oakland’de yani Meriç’ten bir saat uzakta , Glenn ise 4 saat uzakta oturuyor. Bir hafta sonu Glenn’e gitmeyi kararlaştırmıştık ancak resmi bir tatil olan pazartesi Barbara ile buluşuyoruz.  
O zaman büyükanne San Francisco’da yaşıyor ve Union meydanındaki bir mağazada çalışıyordu. Biz de gelip onu ziyaret etmiş ve şehri gezmiştik.  Barbara ile yürüyoruz ve büyükannenin evini bana gösteriyor. O kadar detay hatırlamıyorum ama Barbara’nın hafızası çok iyi.
FISHERMAN'S WHARF
 Oradan tırmanıyoruz ve Topofthemark diye  Nobb tepesinde  bir otelin çatısında baba ve anne buluşup romantizm yaparlarmış. Oraya gittiğimizde ancak saat 4:30 da açıldığını öğreniyoruz ve o zaman gelip şarap içmeye karar veriyoruz. Oradan yokuş aşağıya şehrin en turistik yeri olan Fisherman’s Wharf (balıkçı iskelesi ) yürüyoruz . Deniz kıyısı insanlar, lokantalar, turistik eşya satan dükkanlar, çeşitli müzik ve gösteri yapan insanlarla dolu. 

FERRY BİNASI
Deniz kıyısında bir lokantada  clam chowder dedikleri deniz tarağı çorbası ve yengeç yiyoruz. Yengeç deyince Foça’daki küçük yengeçlerden değil  iki kişiyi tıka basa doyuran kocaman bir yengeç.
Deniz kıyısından yürüyerek ferry binasına kadar gelip orada kahvemizi içiyoruz. Ve saat 4:30 da tepedeki otelin üstündeki lokantaya çıkıyoruz. Bütün şehri tepeden görebildiğiniz çok güzel bir manzarayı seyrederken şaraplarımızı yudumluyor ve sohbetimize devam ediyoruz.
TOPOF THE MARK'TAN GÖRÜNTÜ
Hafta sonu buluşmak üzere sözleşerek Barbara ile ayrılıyoruz.

Bugün toplu taşıt araçları için günlük bilet alınca şehirde fink attım. SanFrancisco'nun sembolü olan dik sokaklarında tarihi tramvayla aşağı yukarı dolaştım .Bu tramvaylar ilk önce 1850 leri atlarla çekiliyormuş. O yokuşlarda atları kontrol etmek zor olduğunu gören Smith Hallidie diye bir İngiliz altın madenlerinde çalışan sistemin burada da çalışacağını iddia etmiş ve nitekim sistem kurulunca çok güzel çalışmış.
TRAMVAYDAN

Ancak insanlar korktukları için ilk günler tramvaya binmeyince bir süre bedava çalışmış. Şimdi ise bütün turistlerin ilgisini çektiği için bir seferi 6 dolar.

Belediye binasını geziyorum. Turun başlamasına bir saat olduğu için onu beklemiyorum. Çok güzel bir bina. Eskisi depremde yıkıldığı için bu bina 1915 de açılıyor. Evlenenler gelinlikleriyle gelip  burada cüzdanlarını alıyorlar.
 
BELEDİYE BİNASI
Şehrin ilginç noktalarından biri de Rus yolu dedikleri çok dar ve virajlı bir yol. Onu görmek için tramvayla tepelere çıkıyorum. Burada bir zamanlar Rus askerlerinin mezarları varmış. Şimdi ise 8 tane çok keskin virajı olan dik bir yokuş ve dünyadaki en yamuk yol olarak burası da bir turist ilgi alanı. San Francisco’nun en önemli geliri de zaten turizm.
RUS YOLU

Oradan Fishermen’s Wharf’a gidip yemeğimi yiyorum.Geçen gün Meriç'le gidip göremediğimiz duvar resimleri için Mission sokağına gidiyorum. İlk gördüğüm yer Kadınlar Evi. Daha sonra rastladığım duvar boyama sanatçılarından Miranda Bergman o duvardaki bir resmin nobel ödüllü Guatemalalı kadın yazar Rigoberta Menchu'ya ait olduğunu ve onun da gelip duvarın boyanmasına yardım ettiğini söylüyor.




1960’larda Meksikalı artist ve duvar ressamı Diego Rivera’yı keşfeden duvar ressamları şehrin duvarlarına politik resimler yapmaya başlıyorlar. Özellikle Latin Amerika’daki iç savaşlardan kaçıp gelenlerin burada kabul görmesini sağlamaya yönelik politik resimler Mission caddesinin civarındaki sokakları kaplıyor.
 Ancak bugün duvar ressamlarının bir kısmı politik içeriği olmayan resimler de yapıyorlar.

Hafta sonu Barbara erkenden gelip beni alıyor. Glenn San Francisco ve Los Angeles yolunun tam yarısında Pismo Beach diye bir yerde yaşıyor.  Hava 25 derece; bahar gibi. Deniz kıyısından giden virajlı ancak güzel manzaralı yoldan güneye doğru yola çıkıyoruz. Yol inanılmaz güzel. Ormanların içinden, okyanusun kenarından, uçurumların yanında  60’ların müziklerini dinleyerek yol alıyoruz.




Yolda eski gazete kralı William Hearst’ün tarihi ev müzelerinin en büyüğü olan şatosunu uzaktan görüyoruz. Torunu Patricia Hearst 1974 yılında sol bir anarşist örgüt tarafından kaçırılmıştı. Örgüt ailesinin bölgedeki yoksul kişilere 70 dolar vermesini talep etmiş ki bu 400 milyon dolar tutarken aile 6 milyon dolar dağıtıyor. Bu sırada Patricia örgüte katıldığını ilan ederek bir banka soygununa katılıp yakalanıyor. 1979 yılına kadar hapis yatıyor. Avukatları savunmasını örgütün  beynini yıkadıklarını ve baskı yaptıklarını söyleyerek yapıyor.

Pismo Beach bu bölgenin en turistik yerlerinden biri. Havası yaz kış 20-25 derece arasında olduğu için ABD’nin soğuktan kaçmak isteyen yerli turistleri buraya geliyor.
Plaj surf yapanlar, deniz kıyısında yürüyenlerle dolu.


Glenn ve karısı Colleen ile keyifli bir gün geçiriyoruz.  Ertesi gün arka yoldan geri dönüyoruz. Yolda correctional facility (düzeltme yeri) diye bir sapak var. Bu cezaevi demekmiş. Bu civarda iki tane büyük hapishane varmış. Glenn çok fazla insanın cezaevinde olduğunu olur olmaz insanların hapse atıldığını anlatıyor. Ayrıca yolda petrol kuyuları görüyoruz. Pek azı çalışıyor çünkü artık bu bölgedeki petrol tükenmiş. Yolun bir özelliği de etrafında geniş sebze tarlaları olması. Enginar, marul ,ıspanak vb sebzeler burada taze taze alınabiliyor.


Pazar günü Meriç’le Golden Gate köprüsünün diğer ayağındaki Saosalito bölgesine gidiyoruz.



Yelkenli teknelerin sahili kapladığı tepelerde şık evlerin olduğu çok güzel bir yer. Öğlen deniz kıyısında yemek yiyip kuzeye Berkeley Üniversitesine gidiyoruz. 1868 de kurulan üniversiteden 72 kişi Nobel ödülü almış. Üniversitenin sembolü olan 94 m yüksekliğindeki Sather kulesine çıkıp etrafı seyrediyoruz. San Francisco’nun meşhur sisi etrafı kaplamış, Golden Gate köprüsünün ancak bir ayağı görünüyor.

Yarın yola çıkıyorum. Bu şehri sevdim. Meriç gelip aşına kalacağım diye korkuyor ama ne yapalım bu kadar güzel bir yere gelmesiydi……









NOT:Tepeden çekilen fotoğraflar internetten indirilmiştir.

18 Şubat 2014 Salı

NİKARAGUDAN GUATEMALAYA


15 OCAK 2014
Sabah  5:50 kalkıp 6:30 daki pangaya yetiştim. Yanıma oturan orta yaşlı kadın Fransız bir dilbilimci çıktı. Oğlunun Bluefields’da sosyal sorumluluk projesi yürüten bir şirketi varmış.  İstersen gel benimle dedi ; canıma minnet. Uçağım öğleden sonra 2 de.
8 değişik etnik grup Nikaragualı oluyor

Colette’in hikayesi çok ilginç. Cezayir doğumlu Amerika’da uzun yıllar çalışmış Fransız bir dil bilim profosörü. Orta Amerikada kaybolan diller üzerine Guatemala’da  araştırma yaparken bir dönem Sandanistalarla Amerikadaki demokratlar arasında tercümanlık yapmış. Bu yüzden üniversitedeki bölüm başkanıyla arası açıldıysa da rektör onu korumuş. Nikaragua’da  Rama dili üzerine çalışırken yazları çocuklarını da getirmiş. Çocukları burada Blue Energy diye bir şirket kurmuşlar. İçme suyunun temizlenmesini sağlayan içinde değişik kum katmanları olan arıtma cihazları yapıyorlar. Sosyal sorumluluk projesi olarak şirkette dünyanın her yerinden gelen gönüllüler ve Nikaragualılar çalışıyor. Küçük oğlu burada karısıyla yaşıyor, büyük oğlu Amerikada proje için gelir sağlıyor.
Çarşıdan
O gün gelen 2 gönüllü için yapılacak şehir turuna ben de katılıyorum. Lagoon kıyısında çok yoksul mahalleleri, çarşıyı müzeyi geziyoruz. Parkta 8 kişiden oluşan bir heykel var. Rehberimiz oralı bir kadınla evlenmiş genç bir Amerikalı. 8 kişinin etnik kimliklerini sayıyor,Nikaragualı yok  mu deyince de işte hepsi birden onu oluşturuyorlar diyor. Her etnik grup hem İspanyolca , hem kendi dilini öğreniyor. Öğlen onların karavana yemeğini  yiyip yola çıkıyorum.
Uçağım saat dörtte ama bana 2 de gel dediler. Laf dinlemenin faydasını görüyorum. Saat 2.5 da gelen bir uçağa binip Managua’ya gidiyorum.  Hava alanının karşısındaki şık otelde kalmayı planlamıştım ancak yer bulamayınca yakında başka bir otele gidiyorum.

GUATEMALA

16  -  21  OCAK 2014
Sabah erkenden hava alanındayım. Çok kolayça uçuş biletimi alıyorum.  Bu arada bizim odtü’lü arkadaşlarında turla bugün Guatemalaya geldiklerini öğrenince Antigua’da  onların kaldığı otelde yer ayırtıyorum. Akşam buluşuyoruz. Çok keyifli oluyor. Ertesi iki gün onların turuna katılma olanağı buluyorum. Pek çok açıdan keyifli oluyor.
kadetral
Manastır

Parktaki şarkıcı
Ertesi gün Antigua’da rehber eşliğinde geziyoruz. Burası orta Amerikanın kolonyal evleri ile en turistik şehirlerinden bir tanesi. Üç tanesi  volkan olan dört tarafı dağlarlar çevrili şirin bir şehir. Volkanların birinin adı ateş; her 20-25 dakikada bir tepesinden duman çıkıyor ve ötekinin adı su zira bir ara çok yağmur yağınca bu dağdan inen su şehri basıyor. Şehir  1543 de İspanyollar tarafından kuruluyor ve 1773 deki depreme kadar başşehir olarak kalıyor. Daha sonra şehir tekrar yavaş yavaş inşa ediliyor . El işleri çarşısını, eski bir manastırı geziyoruz

Guatemala’nın tarihi de buradaki diğer ülkeler gibi savaşlar ve depremlerle cebelleşmekle geçiyor. 1960’larda başlayan iç savaş 1996’ya kadar sürüyor ve en 200 bin kişi ölüyor, milyonlarcası evsiz kalıyor. 1996 da yapılan barışla iç savaş bitiyor. Ancak gelir dağılımdaki adaletsizlik hala devam ediyor. 7 ailenin Guatemala’nın sahibi olduğu söyleniyor.
Guatemala’da 21 değişik etnik dil var. Nüfus sayımında %45 Ladino –beyaz ve melezler-
 % 45 Maya kökenli etnik gruplar , %10 da Garifuna ve yabancılardan oluşuyor. Özellikle kadınların bluzlarından hangi bölgeden olduklarını ve hangi dili konuştuklarını anlıyorlar. (Ben değil tabi!!)
Atitlan gölü
15 yıldan beri okullarda iki dil öğretiliyor. Biri hangi bölgede yaşıyorlarsa  o dil, diğeri İspanyolca. Son 8 yıldır devlet okulları  parasız olmasına rağmen okuma oranı %70. Çocuklarını okula yollarlarsa ailelere her ay 15 dolar ödeniyor. Çocuklar okula giderse evlerini terk edeceklerini düşündükleri için yollamak istemiyorlar. Kadınlar da erkek doktora görünmek istemedikleri için ebelerle doğum yapıyorlar.
Etnik kıyafetli adamlar
Ülkenin başkanı bir dönem için seçilebiliyor. Çoğu sağda olan 20 parti var. Etnik grupların çok olduğu toplumlarda onların temsilcileri ayrıca  seçiliyor. Paraların üzerinde Maya numaraları da yazıyor. Maya sistemi 20 bazlı bir sistem. Hani Maya takvimine göre  dünyanın batacağı söylenen tarih vardı ya  aslında o tarih 5126 senlik bir dönemin kapanıp yeni, çok daha barışçı bir dönemim açılacağı tarihmiş.
ATİTLAN
Antigua’dan buranın en meşhur bölgelerinden biri olan Atitlan gölü kıyısındaki Panajachel şehrine gidiyoruz. Yolda değişik bölgelerdeki erkeklerin kıyafetlerini görüyoruz. Gölün etrafında da yanardağlar var. Ayrıca etrafında pek çok küçük yerleşim yerleri var.
Akşam göl kıyında şık bir otelde kalıyoruz.
Ertesi sabah tekneyle karşı kıyıdaki Santiago Atitlan şehrine gidiyoruz. Atitlan gölü zaman zaman yükselip zaman zaman alçalıyormuş. Ancak 2010 daki fırtınadan sonra 5 metre yükselince civara hasar vermeye başlamış.
Buradaki halk gelenekleri bağlı. Özellikle erkekler beyaz kumaş üzerine mor çizgili üzerleri kuş ve çiçek işli kısa pantolonlar giyiyorlar.Kadınlar da başlarına 10 metre uzunluğunda kumaştan yapılmış ortası açık şapkalar takıyorlar.
MAŞİMON
Bu şehrin önemli özelliklerinde biri de Maşimon. Bu kötücül tanrı pek çok maya kökenli şehirlerde değişik şekilde varmış. Buradaki tahtadan puro içen bir heykel. Heykeli koruyan kişiler var. Her yıl bu heykel törenlerle ev değiştiriyor. Heykelin olduğu odanın bir tarafında İsa’nın heykeli, diğer tarafta diğer hrıstiyan kutsal kişilerin heykelleri var.  Her ne kadar kilise bu Maşimon’u sevmese de Maşimon’u sevenler aynı zamanda kiliseyi de seviyor anlaşılan. Maşimon’u ziyaret edip ondan derdinize çare bulmasını istiyorsunuz. Ona sigara ve içki getiriyorsunuz. İçeri girmek için bir para veriliyor. O paralar yıl sonunda maşimon yer değiştirirken yapılan festivalde yiyip, içmek için kullanılıyor.
Maşimonla ilgili iki farklı hikaye var. Biri çok içki ve sigara içtiği için kollarını kesmek zorunda kalmışlar. İkinicisi de erkekler savaşa giderken karılarını ona emanet ediyorlar ancak o emanate hıyanet edince kollarını hatta bacaklarını kesiyorlar. Her ne ise bu maya halkı için özel bir tanrı.
MEZARLIK
Oradan göl kenarında şık bir lokantada yemek yiyip yola koyuluyoruz. Bizim ODTÜ’lü arkadaşları  Meksika’ya yolcu edip Antigua’ya dönüyorum.
ANTİNGUA'NIN VOLKANLARI
Pazar günü dinlenip  buradaki yol haritamı çizmek üzere ders çalışıyorum.  Çok şık bir otelde kalıyorum. Otel müze gibi bir yığın antika dolu. Yukarıda terası var. Parka çok yakın. Pazar olduğu için park kalabalık. Bir müzik grubu çalıyor ve CD’lerini satıyorlar. Etnik kıyafetli kadınlar da bir şeyler satıyor. Ne kadar pazarlık ederseniz edin kazıklanıyorsunuz. Tam para vermezseniz üzeri yok sana şunu vereyim diyor. Ama çok şekerler önce gelip senle sohbet ediyor sonra bir güzel kazıklıyorlar. Burada her şey için pazarlık edin diyorlar. Nitekim ben de otelde pazarlık edip 4 gece için 50 dolardan 35 dolara indiriyorum.
Ertesi gün yolda tanıştığımız bana kitabını veren Joe’yu parkta görüyorum. Joe buraya sık sık geliyormuş ve hemen herkesi tanıyor. Ayakkabı boyacısı, satıcı kadın gibi. Onlardan bir şeyler alıyor. Ayrıca bu bölgeyle ilgili üç tane de kitap yazmış. Amerikalı inşaat işi yapan bir adam. Ben yakındaki San Felipe kasabasına gideceğim gelmek ister misin diyor. Hayır demek olmaz. Önce birlikte bir sanat galerisi geziyoruz.Gerçekten çoğu Guatemala’lı artistlerin olağanüstü eserleri var. Oradan ördek otobüsleriyle San Felipe’ye gidip yemek yiyoruz. Dönüşte şehre yürüyoruz ve dağdaki seyir tepesine çıkıyoruz. O ertesi gün gideceği için beni Amanda ile tanıştırıyor. Biz de onunla ertesi gün etraftaki kasabaları gezeceğiz.
Ben de onu terasta şarap içmeye davet ediyorum. Otelin sahibi Luis de bize katılıyor. Yıldızların altında sohbet ediyoruz.
Sabah Amanda ile buluşup kuzeye gitmek üzere otobüs biletimi alıp  ilk önce San Pedro las Huertas kasabasına gidiyoruz.
Chickenbus 'lar




Bu kasabanın tepesinde bir manastır var. Kapıyı çalıp geldiğimizi söylüyoruz. Epey bir bekledikten sonra kapı açılıyor. Bizi önünde demir parmaklık olan bir odaya alıyorlar. İki tane genç rahibe geliyor ve bize oradaki hayatlarını anlatıyor. 18 yaşından sonra  isteyenler gelip rahibe oluyorlar. Ve hayat boyu manastırdan çıkmıyorlar. Ben pek anlam veremiyorum. Toplam 30 kişiymişler. Kendi kendilerine bütün gün dua edip duruyorlar anlaşılan.
RAHİBELER
Köylerde ve hatta Antigua’da da çamaşır yıkama yerleri var. Tabi son model arabalarda gezen Antigualalar bu çamaşır yıkama yerlerine pek takılmıyor ama köylerde kadınlar  ortaya temiz su gelen, kenarlarda kirli suyun akıp gittiği yuvarlak sahanlarda hem çamaşır yıkıyorlar,hem sohbet ediyorlar.
SOKAK ÇAMAŞIRHANESİ
AMANDA İLE
Oradan otobüse binip San Juan del Obispo kasabasına gidiyoruz. Burada büyük bir müze var ancak saat 12 olduğu için kapalı . 2 de açılacak ama Amanda dönmek istiyor.Torunu okuldan gelecekmiş. Dönüp öğlen yemeğimizi yiyoruz ve ayrılıyoruz. Ben dönmeden önce de buraya geleceğim o zaman gideriz diye konuşuyoruz.
Bu arada pazardan bizde olmayan değişik meyvalardan alıyorum. Akşama onları şarapla yemek yapacağım kendime.

22 OCAK 2014

Bu akşam kuzeydeki Flores’e yola çıkacağım. Ama ilk önce kaplıcalara gidiyorum. Bu kadar yanardağın olduğu bölgede daha fazla kaplıca olması lazım gibi ama bu bir saat uzakta şık bir kaplıca ve spa var..
TERMAL TESİS
Bütün gün masajla ve termal havuzlarla vakit geçiyor. Havuzda tanıştığım birileri bana Guatemala’nın çok dindar olmadığını ancak %60’ının hristiyan olduğunu –ki bu orta Amerika ortalamasının çok altında- gerisinin eski maya geleneklerini sürdürdüğünü anlatıyor. Nitekim Maşimon da buna bir örnek. Akşam otobüsüyle Flores için yola çıkıyorum.

23 OCAK 2014
Otobüs sabah beşte hava karanlıkken Flores’e varıyor. Otelde yer ayırtmamışım. Yanımda oturan kadınla taksiye biniyoruz. Ben kitapta okuyup gitmeyi düşündüğüm otel de tadilat varmış. Kendime sinirleniyorum. Bu kadar laubalilik fazla diye. Bereket iki üç bina ötedeki otelde yer buluyorum ama o da öğleden sonra boşalacak.
TİKAL

Flores Peten İtza gölünde ufak bir ada. Karaya bir köprü ile bağlı. Burası Mayaların en önemli
yerleşim yeri olan Tikan’ın 1.5 saat uzağında turistik bir yerleşim. Tikan için Macha Pichu kadar güzel diyorlar.
Maya’lar burada İÖ700 yılından  İS 1000 yılına kadar devam ediyor. Kralları için mısırdaki piramitlere benzeyen yapılar yapıyorlar.
TİKAL
Öğlene kadar ortalıkta otel odasının boşalmasını beklemek yerine doğru Tikal’e yola çıkıyorum. İnanılmaz geniş bir araziye yayılmış yağmur ormanlarının arasından yükselen taş yapılar. Burası da Kamboçya Angkor tapınakları gibi ağaçlarla örtülmüş. Ancak 1848 de kazılmaya  başlanmış. Esas olarak ortaya büyük yapılar ve bir iki meydan ortaya çıkmış. Gerçekten büyüleyici. Bir kere çok geniş bir alana yayılmış. Yağmur ormanları içinde kaybolarak yürüyorsun ve birden karşına kocaman bir bina çıkıyor.
Öğleden sonra otele dönüp dinleniyorum. Keyifli bir teras var. Tam içki içmelik ama midem kötü, maalesef içemiyorumJ)

24 -26 OCAK 2014

Bugün Tikal’e giderken gördüğüm ,çok beğendiğim göl kıyısındaki  Remate kasabasına gidiyorum ve yağmur ormanları arasında gizlenmiş göl kenarındaki Mon ami diye bir otele yerleşiyorum. Bol bol yürüyüş
EL REMATE
 yapıyorum. Üniversiteyi yeni bitirmiş iki Alman kızla arkadaşlık ediyorum. Bir sene çalışıp para biriktirmişler ve 9 aylığına dünya seyahatına çıkmışlar.Arjantinden başlamışlar  Meksikaya gidecekler oradan uzak doğuya. Aylık ortalama giderimiz 800 euro diyorlar. Akşam lokantaya yemek yemek için gelmiyorlar odalarında yiyorlar.
Akşam da iki Amerikalı gençle İngilizce scrable oynuyoruz ve ben ikinci olunca çok gülüyoruz. Kusura bakma ama bununla övüneceğim diyorum. Onlar da üç ay orta Amerikada dolaşacaklarmış.
Guatelamala gezimin yarısına geldim.  Buradan sonra daha çok yerel halkın olduğu bölgelere gitmeyi planlıyorum.



26 -31 OCAK 2014

FLORES'TEN SEMUC CHAMPEY'E
Görülmesi gereken dedikleri ülkenin ortasında bulunan Semuc  Champey’e gitmek üzere yola çıkıyorum. Mesafe çok uzak değil ama çok sık yerleşim yeri var ve her birinde kasis olduğu için hız çok düşüyor. Ayrıca yollar da zaman zaman kötü.
NEHRİ GEÇTİĞİMİZ SAL

Gelirken bir nehir geçmemiz gerekiyor. En fazla genişliği elli metre ancak üzerinde köprü olmadığı için ahşap bir salla geçiyoruz. Salın dört tarafına bidonları kesip yerleştirmişler, içlerine de motorları koymuşlar; onlarla tekneyi kontrol ediyorlar.
 8 saatte Semuc Champey yakınındaki Langin kasabasına geliyoruz. Bu bölgenin kadınları diğer bölgelerden farklı giyiniyorlar. Etekler yine uzun ama bunların büyük bir kısmı parlak kumaştan.Askılı tşirtün üzerine dantelden şeffaf ,parlak bluzlar giyiyorlar.
Tarlada bile bu kıyafetle çalışıyorlar.Saçlarını da kesmiyorlar arkadan bağlıyorlar.
Zephyr Lodge diye bir yerde yer ayırtmıştım. Gelenlerin büyük bir kısmı oraya gidiyormuş. Bir kamyonetle bizi oraya götürüyorlar. Çok güzel bir mekan. Dağların arasından tepeden nehre bakan odaların çoğu yatakhane şeklinde olan bir otel.



Ortak mekanda gençler erkenden sarhoş olmaya başlamışlar. Yemek ve içki fiyatları pahalı. Ama etrafta başka bir yer olmadığı için herkes burada. Gürültü patırtıdan geçilmiyor. Benim kaldığım oda ortak mekandan epey uzak olduğu halde gürültü oraya kadar geliyor.
Yan komşularım 73 yaşında Amerikalı bir çift.Elena and Reed. Balkonda oturup yemeklerimizi yiyip içkilerimizi içerken sohbet ediyoruz. Evlerini satıp bir karavan almışlar ve orada yaşıyorlarmış. Üç çocukları da hobi olarak müzikle uğraşıyormuş ve hiçbirinin evinde TV yokmuş. Türkiye’yi bir ay gezmişler. Mavi yolculuk bile yapmışlar. Tarihini biliyorlar. Her sene değişik bir yere gidiyorlar, ekonomik yerlerde kalıp gezilerine ucuza mal ediyorlarmış.
Ertesi gün turla buradan 10 km uzaktaki Semuc Campey için yola çıkıyoruz. Yol o kadar kötü ki 10 km ancak 1 saat gidilebiliyor.  Grupta 16 kişi var. Ben kamyonetin önüne oturuyorum, gençler arkasında ayakta yola çıkıyoruz. 
Önce tırmanıyoruz sonra aşağı iniyoruz. Manzara çok güzel. Burada halk da kamyonetlerin arkasında bir yerden bir yere gidiyor. Burası 200 kadar kişinin yaşadığı küçük bir yerleşim yeri ama doğası çok güzel olduğu için turistlerin ziyaret yeri.
SALICAKTAN NEHRE UÇUŞ
HOOP NEHİRDEYİM




Önce bir mağaraya giriyoruz. Mağara 15 km ama biz 800 metresini göreceğiz. Mağaranın içinden bir nehir geçiyor. Bu nehir zaman zaman yükseliyor zaman zaman alçalıyor. Elimizde mumlarla kah yürüyoruz ,kah yüzerek ilerliyoruz.
Mağaradan sonra kıyıda bir salıncaktan sallanarak nehre atlıyoruz. Oradan bir köprü var ,nehirden 10 metre yükseklikte. Gençler atlıyor,soruyorum acıtıyor mu diye acıtmıyor diyorlar ben de inanıyorum ve köprüden atlıyorum.J) Sabah öğreniyorum ki bizim gençlerden bazıları da benim durumumdaymış. En azında yaşımdan değil yanlış atladığımdandır diye biraz olsun teselli buluyorum.


Gençlerin idolü oluyorum ama akşam olunca idol olmanın hiç de ucuz bir şey olmadığını öğreniyorum. Yatakta bir yerden bir yere dönerken inanılmaz ağrılar çekiyorum. Bereket çiğdemin ilaçları var. İkinci gün onu alınca daha iyi hissediyorum ve öğreniyorum ki gençlerle aşık atmayacağım. Sabah gençlerin de bazılarının ağrıları olduğunu öğrenince biraz rahatlıyorum:))

.Sonra tepeye yürüyoruz ve aşağıdaki nehrin havuz haline getirdiği harika manzarayı izliyor ,ve daha sonra bu havuzlarda yüzüyoruz.
çıkışta üç küçük kız ev yapımı çikolata satıyorlar. Çok güzeller. Ben konuşmak adına pazarlık ediyorum. 2 tanesi 5 quetzal diyorlar olmaz tanesine 2 veririm diyorum. uzun pazarlık sohbeti sonucu büyük olanlar kabul ediyor fakat ufaklık kabul etmiyor. Mecburen ondan alıyorum.


ÇİKOLATA SATAN ÇOCUKLAR
Bu akşam ki yan komşum Amerikalı  Mark. Onunla da balkonda oturup içkilerimiz içip sohbet ediyoruz. Misourinin bir köyünde yaşayan sigortacı bir adam. Karısı böyle gezmeyi sevmediği için yalnız geziyormuş. Hayata ilişkilere dair konuşuyoruz.
Ertesi sabah benim arabam saat 6 da gelecek. 5:30 da kalkıyorum. 6:30 a kadar bekliyorum. Araba gelmiyor. 8 de başka araba var ama hem sinirleniyorum paramı geri almak istiyorum hem de burası keyifli bir yer bir gün daha kalmaktan bir şey olmaz diye düşünüyorum.
Bilet aldığım acenta saat 11 de açılıyor.  Bana bileti satan kadın orada yok. Diğer çocuklar akşam 10 da gelecek seni yarın ki arabayla Antigua’ya gönderelim diyorlar. Ben de inat bu ya ben paramı geri istiyorum diye diretiyorum. Konu çözülemeyince polise gitmeye karar veriyorum. Otelde çalışan çocuklardan biri beni bir yere yönlendiriyor. Burası resmi mahkeme gibi bir yer. Efendi bir adam iki tane de personel var. Ben derdimi anlatınca kadın burada mı yaşıyor diye soruyor sonra da biraz bekleyin diyor. Nitekim yarım saat sonra bizim kadın geliyor. Adam ona da bana davrandığı gibi çok nazik davranıyor. Kadın tamam parayı getireyim diyor ve onbeş dakika sonra bir çocuk paramı getiriyor. Bu kadar basit. Sistem çok ilginç.  Halk mahkemesi gibi bir şey. Muhtemelen bir yaptırımı var. Tam ne olduğunu anlayamadım.



ANIL'LA BERABER
Şehri geziyorum,pazara gidiyorum, tembellik ediyorum. Akşam barda oturup gençlerle gevezelik ederken genç bir kadın geliyor siz Türkmüsünüz diye soruyor evet deyince ben de diyor. İyi mi? İyi ki gidememişim ki Anıl’la tanışıyorum. Bir senedir dünyayı geziyor. Doğudan başlamış ve daha 6 ay gezmeyi planlıyor.  Bütün gece laflıyoruz. Ankara’da yaşıyormuş. Çalışıp para biriktirmiş şimdi de geziyormuş. Hem facebook’ta sayfası var hem de blogu. Çok ilginç tavsiye ederim bakınız. Sanırım tek başına bu kadar uzun süre seyahat eden ilk Türkiyeli kadın.

GUATEMALA  XELA

 Ertesi günü Antigua’ ya yola çıkıyorum.Tam 11 saat. Eski kaldığım otele gidiyorum. Temizlikçi Carla, resepsiyonist Hugo ve otelin sahibi Luis  güler yüzle beni karşılıyorlar. Ertesi gün için Guatemala’nın ikinci şehri Quetzaltenango için bilet alıyorum. Ben orası büyük şehir diye civardaki başka bir şehre gidecektim ama Anıl orada bir süre kalmış,çok güzel bir şehir çok büyük değil diyerek beni oraya gitmeye ikna etti. Ve iyi ki de etmiş çok güzel bir şehre geliyorum.


Quetzaltenango şehrine yerliler Maya dilinde Xelaju dan kısaltarak Xela diyorlar. Burası ne çok büyük, ne çok küçük maya kültürünün ağır bastığı bir şehir.önceleri Meksika’ya bağlıyken 19.yy da Guatemalaya bağlanmış.bu tarihlerde kahve ticaretinin önem kazanmasıyla şehir zenginleşiyor. Bu refah dönemi 1902 deki  volkan patlaması ve deprem felaketiyle son buluyor.
Guatemala’nın 2. büyük şehri olmasına rağmen nüfüs 225 bin. Guatemala City’nin ki 2.5 milyondan fazla olduğu düşülürse aradaki uçurum anlaşılabilir.1930 yılında Guatemala’da yapılan ilk elektrikli tren burada  3 sene sonra çamur altında kalıp kullanılamaz hale gelse de  Xela halkı için müze olarak gurur kaynağı olmaya devam ediyor.
İspanyollar çekildikten sonra bir dönem Almanya’nın yönetimine geçen Xela’da merkez gotik binalarla bezeli. Şu anda da Alman okulları var.
İlk gece kalmayı düşündüğüm otelde yer bulamayınca karşısındaki otele geçiyorum. Ama pek beğenmiyorum.


31 OCAK 2014
Sabah erkenden kendime daha güzel bir otel bulup oraya yerleşiyorum. Burada bir süre kalıp civardaki Maya yerleşimlerini gezmeye niyetliyim. Öğleden sonra buranın doğal termal havuzlarına -Fuentes Georginas- gitmek üzere organizasyonumu yapıp şehri keşfetmeye çıkıyorum.
Yollar ve evler çok düzgün. Demokrasi çarşısına yürüyorum. Ne isterseniz bulabileceğiniz bir yer. Geniş bir alan yayılmış sokak çarşısı. Özellikle ince ince doğradıkları havuz ve fasulye karışımı çok ilgimi çekiyor. Bıçakla makine gibi kesiyorlar.
ELLE DOĞRANDIĞINA İNANAMADIM
Ayrıca her şeyde mısır kullanıyorlar. Nitekim pazarda beyaz ,kırmızı, siyah ve sarı olmak üzere dört çeşit mısırı görüyorum. Et çorbasının içine koyduklarında yiyorum inanılmaz lezzetli. Çok fotoğraf çektirmek istemiyorlar. Biraz sohbet edersem bazen izin almayı başarıyorum.   Sokak satıcısı bir kadının önünde kuyruk görünce ondan tavuklu kızarmış börek,  biraz ileriden çilek alıyorum öğlen yemeği için. İnsanlar haklıymış börek çok lezzetli.
Daha sonra meydandaki hükümet binasını geziyorum. Çok güzel bir bina ve vatandaşın her işi orada çözülüyormuş.
Öğleden sonra termal havuzlara gidiyorum. Bir saat minübüs dağlara sislerin içinde tırmanıyor. Bu bölgeye de zaten yüksek alanlar diyorlar. Dağların dar bir vadi yaptığı yerde termal havuzlar. İki saatte sıcak sudan ılık suya dolanıp pestil gibi olup dönüyoruz.
 





Akşam çıkıp biraz dolaşıyorum. Düzgün müzikli bir yer bulsam oturup bir içki içeceğim. Ama pek bir yer beğenemiyorum ve odamdaki meşhur Guatemala romuna fit oluyorum. 
JUANA VE KIZI

1 ŞUBAT 2014
Sabah erkenden kalkıp yakında bulunan ve bugün pazarı olan Totonicapan şehrine gitmek üzere minibüsle şehrin otobüs terminaline gidiyorum.Burada öbür çarşıdan daha büyük bir çarşı var. Kadınlar renk renk kıyafetleriyle çarşıyı beziyorlar. Buradaki kadınların kıyafetleri de bir başka değişik. Bol büzgülü eteğin üzerine fırfırlı kollu bluz ,hepsinin üzerine de boydan yine fırfırlı önlük giyiyorlar.

Benim gideceğim yerin otobüsü buradan kalkmıyormuş, başka bir otobüs şöforü atla seni yolda indiririm diyor. Otobüsümüz dura kalka yolcu ala indire sallana sallana gidiyor. Gerçekten beni bir dörtyol ağzında indiriyor. Diğer otobüse beklerken arkadaş olduğumuz Juana ve kızı ile biniyoruz. Kucak kucağa bir yere sığışıyoruz. Juana Guatemala City’den buraya satmak için ekmek almaya geliyormuş. Bana inanılmaz geldi. Zira tam 4 saat arabayla geliyor 4 saatte dönecek. Ekmekler için yanında iki kasa getirmiş. Meydanda bana çarşıyı gösteriyor, öpüşerek ayrılıyoruz.
Çarşıya gitmeden meydandaki kiliseye bir göz atıyım diyorum. Bir gelinle damat meydanda.  Fotoğraf çektiriyoruz.
ÇOK GENÇLER DEĞİL Mİ?



GELİNE NAZİHAT
Zaman zaman gelinin yanına birileri geliyor ve çok ciddi bir yüzle nasihat ediyorlar. Akrabalarla biraz sohbet ediyoruz. Onlar giderlerken ben de gelebilir miyim diye soruyorum yarım ağız gel diyorlar. Meğer uzaktaki köylerine gideceklermiş. Balonlarla süslü otobüsler onları köşede bekliyor.Biraz İspanyolcayı becersem derdimi anlatıp takılacağım peşlerine. Onlarla da öpüşüyoruz email adreslerini alıyorum fotoğrafları yollamak üzere.
Pazarın ucu bucağı yok. Ama esas kadınların renkleri olağanüstü. Burada da kıyafetler farklı. Altlarındaki etekleri bellerine şık bir kuşakla bağladıkları  genellikle pırıltılı bir örtü. Üstlerinde taşlarla işlenmiş çok süslü bluzlar var. Yolda Juana bunların çok pahalı olduğunu -150ketzal yani 20 dolar – söyleşmişti. Etekle bluz renk uyumu içinde.
PAHALI BLUZLAR
Ve hemen hemen bütün kadınlar bu kıyafette. Ayrıca bazıları saçlarının arkasına kurdeleler bağlamışlar. Pazar bir renk cümbüşü halinde. Ayrıca başlarının üzerinde bir örtü taşıyorlar. Bu örtü başlarının üzerinde sepet, torba gibi şeyler taşıdıklarında altlık oluyor. İnanılmaz büyüklükte parçaları kafalarının üzerinde ,çocukları ise sırtlarında taşıyorlar. Erkekler ve kadınlar genellikle kısa boylu. Erkeklerin özel kıyafetli olanına bir iki kere rastladım. Çoğu kot giyiyor. Özel kıyafet giyen de etek gibi bir örtüyü bacaklarına sarıyor ya da kırmızı çizgili bir pantolon giyiyor.
Pazarda keyifle dolaşıyorum.
Dönüşte otobüste yanımda oturan küçük kızın ailesi de bana sahip çıkıyor. Yalnız geziyorsun aman dikkat et diye. Bana naylon torbada su ikram ediyorlar. Burada meyva suları ve sular da naylon torbalarda satılınca daha ucuz oluyor, hem de yarattıkları çevre kirliği daha az.  Bu otobüs direk Xela’ya geliyor. Terminale gitmeyeceği için yolda indiriyor. Dolmuşla otele dönüyorum.
SATICI KADIN



Sokaklara çıkıp benim otele çok yakın meydanın altında bir çarşı daha keşfediyorum. Orada da her şey daha küçük çapta ve lokantalar var. Kalabalık bir tanesinde ceviche yiyorum. Şık lokantalarda nedense pek ceviche bulunmuyor. Oradan tiyatro binası ve bir tapınak var onları görmeye gidiyorum. Bu gece dışarıda bir yerde müzik dinlemek istiyorum. Turizm ofisinde çocuk üç yer söylüyor. Onları bulup hangisine gitmek daha hoş olur diye bir inceleme gezisine çıkıyorum. Yolda benzer kıyafetli bir grup görüyorum. Ne o bir düğün daha..
DÜĞÜN ALAYI

Bu düğün katedralde. Belli ki hali vakti yerinde aileler. Erkek tarafı daha geleneksel kıyafetlerle  gelmişler,kız tarafı ise Amerikan özentisi kıyafetlerle. Törende yakın akrabalar bir şey takıyor ve daha sonra altarın önünde sırayla fotoğraf çekiliyorlar. Herkesin elinde hediyesi var. Kilisenin kapısında tebrik edip hediyelerini veriyorlar. Geleneksel kıyafetle gelenlerin hepsinin eteği birbirine benziyor. Ayrıca omuzlarına bir örtü atmışlar ve saçlarını renkli kurdeleyle arkadan bağlamışlar.

HEDİYELERİ İLE TEBRİK SIRASINDALAR

 


Akşam turizm şirketinden öğrendiğim otele çok yakın canlı müzik olan bir kafeye gidiyorum. Bir adamın gitar çaldığı, çok güzel romantik bir ortam.
KEYİFLİ KAFE


2 ŞUBAT 2014
Bugün şubat ayının ilk pazarı. Her ayın ilk pazarında meydanda çarşı kurulurmuş. Bugünü burada geçirmeye karar veriyorum. Katedralin karşısına her türden satıcı tezgahını açıyor.
PAZARDAN
Ben de artık yolculuk bittiğine göre ufak tefek bir şeyler alabilirim diyorum. Ayrıca etrafta yiyecek ve içecek satanlar da var. Önce buzu dönen dişlilerle toz haline getiriyorlar üzerine meyva suları döküp içecek haline getiriyorlar. Etraftaki büyük binalardan birinde dev yemek standları açılmış. Değişik içeceklerden ve tatlılardan alıp tadıyorum. Mısır suyundan atol de masa ve  incir reçeli var. Çok değişik içecek ve yiyecekler var ama ama hepsinin tadına bakmak imkansız.

PORTAKAL SOYMA MAKİNASI
TEPEDEN XELA
Kitap tepede şık bir restorandan bahsediyor. Oraya çıkarken bir sürü arabanın yukarıdaki kiliseye gittiğini görünce yine bir düğün var herhalde diye ben de tırmanıyorum. Kilise tam tepenin en üst yerinde içerisi tıklım tıklım dolu. Kadınların hepsinin başlarında beyaz bir örtü var. Erkekler takım elbiseli. Burası evanjelistlerin Guatemala’daki en önemli merkezi imiş. Bu haftada sonu da onlar için çok önemli bir kutlama olduğu için hem dünyadan, hem de Guatemala’nın pek çok yerinden insanlar buraya akın etmişler. Kilisenin etrafında bavullar ve torbalar doluydu. Uzaktan gelip maddi imkanları çok olmayanlar kilisenin etrafındaki binalarda kalıyorlarmış. Anladığım kadarıyla oruç tutma döneminin sonu gibi önemli bir günü kutluyorlardı.


EVANGELİST KİLİSESİNDE AYİN

Oradan şık lokantaya çıktım. İsviçreliler bayraklarını tepeye çekmişler ama lokanta daha geç vakit açılacağı için içeri giremedim.
Katedralde de ayin vardı ve kilise dolup kapılara kadar taşmıştı.
Civarda Huehuetenango diye bir şehir var. Ben esas oraya gidecektim Anıl’ın tecrübesine güvenerek buraya geldim. Ancak zaten oraya 4-5 günlüğüne gidilip etraftaki köyleri gezmek iyi olurmuş. Burası ve civarları Maya geleneğinden gelenlerin %60 , Ladinoların %35 ve  % 5 de diğer kişilerin olduğu bölge.
Bunun üzerine Antigua’ya dönüp pasifik kıyısına gitmeye karar veriyorum.
ETNİK KIYAFETLİ BİR KADIN
3 ŞUBAT 2014
Sabah erkenden yakındaki bugün pazarı olan Zulin kasabasına gidiyorum. Hem buradaki pazarı göreceğim hem de bu köyde de farklı bir maşimon varmış onu görmek istiyorum. Köydeki çarşı Totonicapan’dakine benzemiyor.daha çok köylülerin mallarını toptan getirip satış yaptıkları bir ye. Bir iki kişiye maşimonu soruyorum pek anlamıyorlar.sonra birisi haa San Simon diyor ama yukarıda bir yerlerde yerini bilmiyorum diyor. Nedense yalnız gitmek pek doğru olmayacak gibi geliyor. Bu duygu bana yabancı ama bu sefer beni caydırıyor.

Yolda bir grup insan görüyorum. Önde erkekler ,siyah kıyafetler,kocaman şapkaları ve ellerinde kola vb şişeler olan torbalarıyla yürüyorlar. Arkada ise aynı torbalarla ve en şik kıyafetleriyle kadınlar yürüyor. Kasabada ölen bir adamın evini ziyarete gidiyorlarmış. Ölene götürüp mezarına gömdükten sonra hep beraber içip sarhoş oluyorlarmış.onları ölü evine kadar takip ediyorum.
ÖLÜ EVİNE GİDEN KADINLAR BAKKALDAN İÇKİLERİ ALIYORLAR

ÖLÜ EVİNİ ZİYARET EDEN KADINLAR

İNANILMAZ AĞIRLIKLARI BAŞLARINDA TAŞIYORLAR
Daha sonra Almolonga isimli diğer kasabaya gidiyorum. Buranında pazarı esas olarak sebze meyva üzerine toptancılar ve perakendecilerden oluşuyor.
Oradan müze gezmek üzere Xela’ya dönüyorum ancak bugün pazartesi olduğu için bütün müzeler kapalı. Dün çok güzel bir et çorbası içtiğim salaş lokantaya gidiyorum. Hemen beni tanıyorlar bugün deniz ürünleri çorbası var yarın et çorbası yapacağız diyorlar.yorgun olduğum için oturuyorum. Bir kocaman tabak çorba geliyor. İçinde kocaman bir yengeç ve balık parçası,5-6 karides ve bir yığın ufak midye var ve olağanüstü lezzetli.
PARK SOHBETLERİ

04 ŞUBAT 2014
Antigua için yola çıkıyorum. İlk defa minibüsün yaş ortalaması yüksek. Bir Amerikalı çift emekli olup evlerini satıp Panajchel’de ev kiralayıp oraya yerleşmişler. Diğer bir çift kışları Panama’nın ufak bir adasında ev almışlar. Yine Amerikalı bir kadın San Fransisco’daki evini kiraya verip kışın buraları gezmeye geliyormuş. Anne ve oğlu ise Macar asıllı 2000 yılından beri ABD’de yaşıyorlarmış. Oğlan global felsefe okuyor okuldan aldığı burslar yazlarını Guatemala,Peru gibi ülkelerde geçiriyormuş. Macarca ile Türkçede çok ortak kelime var deyince kadın tabi 150 sene bizi boyunduruk altında tuttunuz diyor. Ayrıca kışlarını  panama^da geçiren çiftle oğlanın okula gittiği küçük kasaba aynı olunca birçok ortak tanıdık buluyorlar ve dünya küçük dedirtiyorlar. Çok keyifli bir yolculuk oluyor.
Ben yine otelime gidiyorum herkesle öpüşüyoruz)) öğleden sonra da civardaki daha önce göremediğim müzenin olduğu Obispo kasabasına gidiyorum.


Müze çok büyük bir bina kapıyı genç bir rahibe açıyor. Burası da bir zamanlar meşhur din adamlarının yaşadığı bir kilise. Şimdi de 5 tane rahibe buranın bakımını sağlıyormuş. Genç rahibe duvarda yazılı panoları bana okuyor ve gezdiriyor. Çoğunu anlamıyorum. İspanyollar zamanında yapılmış ve önemli din adamları gelip buradakileri hrıstiyan yapmışlar.
Dönüşte arka sokaklardan otele dönerken biri uzaktan el sallıyor.Joe hani bana kitabını veren Amerikalı adam. Oda tesadüfen bir günlüğüne buraya gelmiş. Akşam buluşmak üzere sözleşiyoruz. İlginç bir adam ama çok tatsız. Hiç espri anlayışı yok. Mutsuz  çok iyi kalpli. Buradaki insanalara para verip evlerini otel haline getiriyor ve kendime de kalacak bir mekan oluşturuyorum diyor. Ben mantığını pek anlamıyorum. Ama akşam hoş bir yerde yemek yiyor sonra da benim otelin çatısında köyden alığım dedenin  ev şarabını içiyoruz.
5 ŞUBAT 2014
Bugün günü birlik pasifik kıyısındaki Monterico kasabasına gideceğim. Sabah minübüs beni alıyor başka kimse yok yola çıkıyoruz. Yarım saat sonra trafik tıkanıyor. Şöfore soruyorum ne oldu diye bir  şeyler anlatıyor anlamıyorum. Sonunda halk otobüslerinin bu yolda güvenliklerinin olmadığı için yolu kapattıklarını anlıyorum. Zaman zaman soygunlar oluyormuş. Daha önce de başka yerde öğretmenler yolu kapatmıştı ama kimseye ne gaz sıkıldı ne de polis saldırdı.


Yolda tam 5 saat bekliyoruz. Yani günüm rezil oluyor. Sonunda 50 kadar otobüsün kapattığı yol açılıyor ve Guatemala’nın başka bir yüzü olan deniz seviyesindeki sıcak iklimli bölgesini görüyorum. Evler tahta ya da briket ,üzerileri bambu yapraklarıyla kaplı. Minibüs beni El Delphin diye gençlerin çoğunlukta olduğu bir hosteli önünde bırakıyor. Bir saat vaktim var. Yemeğimi ısmarlayıp hazırlanıncaya kadar kendimi deniz kıyısına atıyorum. Burası siyah volkanik kumlarıyla meşhur bir plaj. Göz alabildiğine uzanıyor ve sahilden 100-150 metre kadar bölümünde hiçbir yapı yok. Bizim beceremediğimizi Guatemalalılar becermiş ve sahillerini yapılaşmaktan korumuşlar. Pasifik okyanusunun çok büyük ve sert dalgaları var. Nitekim hostelde dalgaların şiddetinden bir kızın kolu kırılmış. Kocaman bir dalga geliyor, seni kıyıya atıyor, sonra ayağının altındaki kumla birlikte seni geri çekiyor.  Ve eğer dalganın ritmini yakalayamazsan çok şiddetli bir darbeye maruz kalıyorsun.
Yemek yiyip  geri yola çıkıyoruz.
6 ŞUBAT 2014
Orta Amerika gezim burada bitti. San Francisco’ya Meriç’e gidip ay sonu evime dönüyor olacağım.

DAHA FAZLA FOTOĞRAF İÇİN 

https://plus.google.com/u/0/photos/107746702788091997697/albums/5980313327530933137