25 Kasım 2013 Pazartesi

Miami Panama San Blas Adaları

YİNE YOLLARA DÜŞÜYORUM

Son Latin Amerika gezimden döndükten sonra dünyanın her yeri birbirine benziyor, üstelik Türkiye’de oralarda olan hemen hemen her şey var , ben bundan sonra bir yerlere gitmeyeceğim, kök salacağım dememe  rağmen iki sene sonra tekrar yollara düşüyorum. Sanırım içimdeki gezgin mikrobunu tam temizleyememişim. Bu sefer yalnız değilim. yolculuğun bir kısmında arkadaşım  Özlem , bir kısmında kızım Meriç bana katılacaklar.
Yolculuk 2 kasım 2013 Venedik’ten MSC’nin Divina gemisinde başlıyor. 20 Kasımda Miami’de olacağız. Oradan hemen Panama City ye uçuyoruz. Panama City’de Cem, Canan ve Deniz’le buluşuyoruz.  Cem bir şirketin güney ve orta Amerika sorumlusu. Yolculuk programını onun fikirlerini alarak yapacağım. Gezi esas olarak Orta Amerika’yı kapsayacak. Fırsat buldukça izlenimlerimi yazacağım.

20 GÜN GEMİDE

2 KASIM 2013
Sabah erkenden Özlem’le hava alanına gidiyoruz. Gemiye Venedik’ten bineceğiz. Saat 11 gibi gemiye vardığımızda kalabalığı görünce bu gemiye binemeyiz diye düşünüyorum. Ancak adamlar çok sistemli 2 saat sonra gemideyiz.  Her gruba numara vermişler ona göre içeriye kayıt yapıp alıyorlar. Yolcuların çoğu Venedik ‘ten bindiği için bu kadar kalabalıkmış.
Çok yorgun olduğumuz için Venedik’e gitmekten vazgeçip odamıza yerleşiyoruz. Odamız iç kamara. Gemiyle bir yerlere gidecekseniz,  hele bizim gibi uzun bir yolculuğa kesin balkonlu kamara almalısınız. Geminin sosyal alanları genellikle çok kalabalık ve gürültülü oluyor. Başınızı dinleyecek bir yer bulmakta zorlanıyorsunuz.

Bizim gemi bu tiplerin en büyüklerinden. 18 katlı. 1751 kamara  4363 yolcu alıyor. 140 bin ton ağırlığındaki gemi 333m uzunluğunda 68 m yüksekliğinde 38 m genişliğinde. 1500 kadar değişik ülkelerden personeli var. Ayrıca msc yat klubü diye ayrılmış bir bölümde de zenginler kalabalıktan arındırılmış mekanlarda  geziyi geçiriyorlar.  Yemek yemek ve müzik dinlemek için her zevke uygun çok değişik mekanlar var. Ayrıca günün her saatinde çeşitli aktiviteler organize ediyorlar. Spor salonu,  sauna, pingpong, jakuzi , havuz gibi vakit geçireceğiniz yerler var. Ben briç grubu buldum. Gemide yaş ortalaması 65 in üzeri. Çok az genç insan var.
Ertesi gün gemi hiç durmadan yol alıyor. Biz  gemiyi keşfediyoruz. Zira o  kadar büyük ve değişik olanaklar var ki keşif etmeden öğrenmek imkansız.
Dışarıdan içki sokmak yasak. Gemide her türlü içki paralı.  Fiyatlar İstanbul’daki kafe fiyatları. Ben bavuluma bir votka atmıştım. Onunla idare ediyorum. Bahaneyle içmem diyorum.
Akşam yemeğinde tanıştığımız bir çiftle ertesi gün buluşup taksi kiralayıp dolaşalım diyoruz.

4 KASIM 2013
Sabah kamaradan yemek yemek için çıkınca Malta kalesinin surlarıyla karşılaşıyoruz. Kum rengi duvarlar gerçekten çok etkileyici.

 
 
 
 
Malta dünyanın en küçük ama km2 ye düşen kişi bakımından en kalabalık ülkelerinden biri.
Anlamı çok tatlı demek. İpek deniz yolları üzerinde olan Malta çeşitli ülkelerin işgali altında yaşıyor. Finikeliler, Araplar ,İspanyollar, Malta şövalyeleri, Fransızlar ve en son İngilizler. 1964 de bağımsız oluyor, 2004 yılında Avrupa birliğine katılıyor. Resmi dini Katolik.. Çok güzel korunmuş Arap mimarisinin ve ortaçağın bütün özellikleri görmek mümkün. Avrupa Birliğine girdikten sonra restorasyonlar artıyor.




 









Limanda genç bir kız turist otobüsü bileti satıyor. Muhteşem bir satıcı. Bize bir otobüsün broşürünü gösteriyor ve 15 euro olan bileti oradan alırsak 10 euroya vereceğini söylüyor.  Taksi fikrinden vazgeçip biletleri alıyoruz. 8:30 da kalkacağını söylediği otobüse koşarak yetişmek istiyoruz. Oraya gidince aynı rotayı izleyen diğer firma otobüsünün ve bizim firmanın biletlerinin 10 euro olduğunu öğreniyoruz. Bizim şirketin otobüsü ortalarda yok. Ve upuzun bir kuyruk var. Kızın pazarlama yeteneğini çok takdir ediyorum.

Otobüs ancak saat 9 da geliyor. İlk otobüse binemiyoruz. Oysa öbür şirketin iki otobüsü yolcularını alıp yola çıktı bile.
Tur otobüsüyle Malta’yı gezmek keyifli.  Mdina, limandan yarım saat kadar uzaklıkta ” sessiz kasaba”  diye anılan, eski başşehir olan, bir ortaçağ mekanı. Barok stilinde yapılmış olan Sen Paul kadetrali  ,daracık sokakları, küçük pencereli evleri ve faytonlarıyla sizi  başka bir zamana götüren olağanüstü keyifli bir mekan.
 






Ertesi günü yine yollardayız. Çok fırtına var. Gemi çok sallandığı için havuzlar, güverteler kapatılmış. Her taraf kalabalık ve gürültülü. Akşamüstü saunaya gittik. Alman bir polis vardı. Bizim polislere danışmanlık yapan biri olduğunu tahmin ettik. Bir de Avusrtalyalı bir adam. O da bu gezi gemilerinin uzmanı. Durmadan gezip duruyormuş.



6 KASIM  2013
Bugünkü durağımız İspanya’nın en büyük şehirlerinden biri olan Malaga. Yine yarım günümüz var.  Burası da Finikeliler zamanında 3 bin yıl önce yerleşim yeri olmuş. Pablo Picasso ve Antonio Banderas’ın memleketi. Şehrin meydanında Roma zamanından kalma tiyatro ve diğer kazıları görmek mümkün.





Geniş caddeleri, bol ağaçlı büyük parkları ile keyifli modern bir şehir. Çok değişik çiçekli ağaçları var.

En görülmeye değer yeri 11. yy da Araplar  zamanında yapılan saray ve kale işlevi gören Gibralfaro tepesindeki  Alcazaba kalesi. Alhamra sarayına benzeyen bir mimarisi var. İç içe geçmeli çiçekli bahçeler, ahşap,  taş oymalı tavanlar ve mermer kolonlar, zindan ve muhteşem şehir manzarasıyla keyifli bir mekan.  Kaleden şehri ve liman izleyebiliyorsunuz.




Daha sonra Malaga sokaklarında yürüyoruz. AB buraya da epey para dökmüş. Mermer kaplı sokaklarında dolaşıyoruz.  Pimpi diye değişik dekorlu oranın meşhur  bir barını, Picasso’nun evini görüyoruz. Evin önündeki Picasso heykeliyle fotoğraf çektiriyoruz. Çok çapkın olan ve kadınları üzen Picasso’yu pek sevmem ama yine de romantik bir fotoğraf çektirmekten geri kalmıyorum.))



16. yyda yapılan şehrin merkezindeki katedral Endülüs Rönesans mimarisinin en tipik örneklerinden biri. İçindeki ahşap oymalar ve çok büyük bir org görülmeye değer.



Meydanda sangria ve bira içip keyif yapıyoruz.  Gemi limandan güzel bir müzik eşliğinde  çıkıyor. Üst güvertesinden Malaga’ya el sallayarak ayrılıyoruz.

Akşam yemek saatimizi 6’ya aldık. Daha önce 9 du ve çok geç oluyordu. Yemekleri kafeteryada self servis, ya da şık bir restoranda değişik tatlar sunan, garsonların servis yaptığı lokantada yiyebiliyorsunuz. Hep aynı masada aynı insanlarla oturduğunuz için ister istemez sohbetler oluyor. Bizim masamızdaki herkes, daha doğrusu burada tanıştığımız hemen herkes bu tür gemilerle devamlı gezen tipler. Geldiğimiz şehirlere daha önce defalarca gelmişler. Yemekte bizim gibi cahil ve görgüsüzlere anlatıyorlar.

Gemide 600 kadar Türk var. Tanıştığımız en ilginç kişi 33 yaşındaki Nur. Annesi Tülay İzmir Amerikan kolejinden benden bir sınıf küçük. Nur kocasıyla 5 senedir Karayiplerde 15 m bir teknede yaşıyor. Annesine hayatını göstermek için yelkenlilerine götürüyor.

7 Kasım 2013
Gemi yol alıyor. Ben briç arkadaşı buldum. Şener hanım, hoş bir kadın briçte biraz acemi ama idare ediyoruz. Bugün briç turnuvasına katıldık. Sanırım 18 çift içinde sondan dördüncü olmuşuz. Çok umurumda değil. Oynamak keyifli. Akşam sirtaki dans eğitimine katılıyoruz. Değişik barlar da değişik tipte müzikler oluyor. Bizim dans öğrendiğimiz yerdeki orkestra dans müziği çalıyor. Animasyon grubunda çalışan genç çocuklar gelip yalnız kadınları dansa kaldırıyorlar. Bu fasıl çok hoş ancak çocuklar dans etmeyi bilmedikleri için onlarla dans etmek pek keyifli olmuyor. Bu çocukların çoğu yeni işe başlamış. Dansa kaldırınca standart bir iki soruları var. Bugünüz nasıl geçti, gemide eğleniyor musunuz gibi. İşin komik yanı aynı çocuk sizi bir daha dansa kaldırırsa yine aynı soruları soruyor. Anlıyorsun ki senin yüzüne bile bakmamış, papağan gibi öğretilenleri tekrarlıyor. İngiliz bir çocuğa boş zamanlarınızda dans etmeyi öğrenseniz dedim çocuk da ben iki gün önce bu kadar bile bilmiyordum demez mi? 

Animasyon grubu gemide çalışanların en şanslıları herhalde. Çoğu doğu ve Afrika ülkelerinden olan çalışanlar günde 12 saat çalışıyorlar. Geminin alt katında 2 kişilik küçük odalarda kalıyorlarmış. Yeni işe başlayanlar ailelerini özlüyorlar. Bizim kattaki görevlisi Liva Madagaskar’dan. 10 yıldır MSC gemilerinde çalışıyormuş.

8 KASIM 2013
Funchal adasında bütün bir günümüz var. Ada Cebelitarık’tan çıktıktan sonra atlas okyanusunun en derin yerlerinde eski bir yanardağ. Dimdik bir yamaç üzerine kurulu olan başşehri Madeira heykeller, tropikal bitkiler, botanik parklar ve muz ağaçlarıyla dolu. Ada  o kadar dik ki adalılar inek ve keçilerini düşmesinler diye mutlaka bahçelerine bağlarlarmış.




















Burada dik yokuşlar gözümüzü korkuttuğu için turist otobüsüne binip şehir turu yapıyoruz. Bu mevsimde bile denize girilebilen ada otellerle ve Avrupalı turistlerle dolu. Otobüsten şehir meydanında iniyoruz. Şarap tadımı var ama adanın dünyanın en iyi adası olduğuna dair bir oylamaya katılmanız gerekiyormuş. Tabi ki bu rüşveti kabul etmiyoruz ve her sokağı değişik desenli taşlarla bezeli eski şehrin sokaklarında dolaşıyoruz. Daracık sokaklar resimlerle bezeli kapılar, kafeler, el işleri tezgahlarıyla dolu.


Çiftçiler çarşısı denilen pazar yerinde çiçekten balığa, tropikal meyvelerden, sebzelerden el işlerine kadar her şeyi bulabileceğiniz bir alan. Çeşitli tropikal meyveleri tadıyoruz. Sokak başlarında yaşlı kadınlar herhalde bahçelerinden topladıkları çeşitli otlar satıyorlar.
Sonra da  teleferikle adanın en üst noktasına çıkıyoruz. Adanın değişimini bu sırada gözlemek mümkün. Tepelerde keçileri, sebze ve muz  bahçeleriyle mütevazi evlerde, lüks otellerin olduğu kıyıdan farklı bir yaşam olduğunu algılayabiliyorsunuz.  2000 çeşit bitkinin olduğu botanik bahçesi gözümüzde büyüyor onun yerin tepedeki kiliseye gidiyoruz. Benim dizim kötü olduğu için ben kiliseye çıkmıyorum. Kilisenin önünde insanları kızakla yokuş aşağı 2 km iterek indirdikleri adaya mahsus bir turistik aktive var. Burada çalışanların beyaz kıyafetleri, hasır şapkaları var. Boş zamanlarında oradaki barlarda içiyor ya da kumar oynuyorlar.



Şehre inip bir kafede buraya has şaraptan içiyorum. Bir çeşit likör tadında. Yarım günlük
Funchal gezimizde gün batarken gemide bitiyor. Artık 5 gün gemimiz hiç durmadan Atlas okyanusunu geçecek.

9 Kasım  2013
Sabah erkenden kalkıp en üst güvertede bir saat kadar yürüyorum. Bir tur 400m kadar tutuyor. Daha sonra geminin en sessiz yeri olan kütüphaneye gidip fotoğraflarımı düzenliyor, yazılarımı yazıyorum. Öğlenden sonra briç arkadaşım rahatsızlandığı için gideceğimiz yerler hakkında bilgilendirme toplantısına katılıyoruz. Oradan saunaya. Akşam yemeğinden sonra bu gece de salsa dersine ve her gece farklı olan gösteriye katılıyoruz. Bu gece gala gecesi. Yani herkes şık giyinecek, erkekler kravat takacak. Kadınlardan tuvalet giyen bile var. Bu geceki gösteri de  uygun kalabalık keyifli bir gösteriydi. Gemide 10 kişilik dans ekibi, 4 kişilik zıplama hoplama yapan tipler ve 2 tane de tek gösteri yapan insanlar var. Bu gece hepsi sahnedeydi. Gerçekte olağanüstü bir gösteri yaptılar. Yıldızları seyretmek için güverteye çıktık ama maalesef bulutlardan göremedik. Nedense gemide özlemde ben de çok uyuyoruz.

10 -11-12-13 KASIM 2013
Gemi beş gün devamlı yol alacak. Sabah yine yürüyüş yaptım.bugün 10 kasım olduğu için gemide Atatürk’ü anma toplantısı vardı. Kahvaltıdan sonra kendimi yine kütüphaneye attım. Sessiz sakin deniz manzaralı bir mekan. Kamaramızda pencere olmadığı için dışarılarda olmak istiyorum.
Gemide vakit geçirmek zor olmuyor. Her gün 2 saat briç oluyor. Saunaya gidersek 2 saat kadar da o sürüyor. Kitap oku , yemek ye, dans ya da el işi  dersine git, güvertede yürüyüş yap bir bakıyorsun gün geçmiş. Her gece konser gösteri türünden bir şeyler oluyor. İstersen daha sonra dans gidebilirsin. Hatta gece 11 den sonra disko bile var. Kimse inanmayacak ama diskoya hiç gitmedim. Geminin yaş ortalamasına uygun olarak genellikle 11-12 kişi ancak oluyormuş. Eh benim yaşım da gemi ortalamasına yakın olunca ve dizim beni böyle zorlayınca başka bir şey beklememek gerek.


14 KASIM 2013
Atlas okyanusunu geçtik ve kara göründü. İlk durak St. Martin adası. 110 km karelik küçük bir ada. İspanyollar buralara altın için geldiklerinden Küba, Jamaika, Puerto Rico gibi büyük adalara konsentre olmuşlar. Küçük adalara da korsanlar yerleşmiş. İspanyollar Puerto Rico’ya yakın korsan istemeyince buraya 1684 de Fransız ve Hollandalılar yerleşmiş.Rivayete göre iki koşucu adanın iki ucundan koşacak ve nerede karşılaşırlarsa ada oradan bölünecekti. Ancak Fransızlar Hollandalı koşucuya brandy verdikleri için Fransızların kısmı daha büyük oluyor. Ada tuz ticareti ile zenginleşiyor.













Karayip denizinde  büyüklü küçüklü çeşitli ülkelere ait adalar var. Bu bölgede gemi giderken telefon bir Avrupa  bölgesindesiniz diyor bir Amerikaya hoş geldiniz.

Adanın Hollanda bölümünde olan Philipsburg  şehri 1763 de kuruluyor. İlk otel 1955 de yapılıyor. Şimdi ise en önemli geliri turizmden.
Limana bizimle beraber 3 dev gemi daha yaklaştı. Zaman sınırlı olduğu için herkes biran önce bir program yapmak istiyor. Bu gezide gördüm ki geminin olduğu bölümden hiçbir hizmet almamak gerek. Turist kazıklamanın en alası oralarda. Bizim 25 dolar vererek aldığımız bir turu bir grup insan pazarlık ederek 2 dolara yaptıklarını duyunca insan sinir oluyor. Ama bunu bir sonraki durakta öğreniyoruz.

Biz daha önce tanıştığımız Lale ve Tuncer’le araba kiralıyoruz. O gün Hollanda kral ve kraliçesi adada olduğu için trafik çok yoğun..

Philipsburg Hollanda bölgesinin başşehri. Ana caddesi tamamen alışveriş dükkanlarıyla dolu. Pırlanta, altın vb benzeri mücevherat dükkanlarından geçilmiyor. Sanırım serbest bölge olduğu için gemilerle zengin turistler geldiği için.
Adanın her yanında kamuya açık plajlar var. Bir plaj ise tam havaalanın dibinde olduğu için üzerinize çarpacak gibi geliyor. Arabayla Fransız bölgesinin başşehri Marigot’a gidiyoruz. İki katlı şirin evler, şık mağazalar, kafeler ve renk renk eşya ve giysinin satıldığı sokaklar.


Arabayla adanın en kuzeyindeki küçük bir köyü gezdikten sonra limana dönüp denize giriyoruz.

15 KASIM 2013  ST MARTEN ADASI
 












Bugün Amerikaya ait Virgin adalarından St. Thomas geldik. Şimdiye kadar vize işlemlerimizi gemi idaresi yapıyordu ancak Amerikan sınırlarına girdiğimiz için Amerikan polisi tek tek pasaport kontrolü yapmaya kalkınca 3500 kişinin formalitesi öğlene kadar sürdü. Bize de adada gezmek için ancak 5 saat kaldı. Clinton’ın tatil yaptığı dünyanın en güzel koylarından biri olan Magen koyuna gidip denize girelim diye düşünüyoruz.






 Ancak hem vakti hem maliyeti hesaplayıp bir tur arabasına biniyoruz. Burası da çok dik bir ada. Tur arabası olarak çalışan arabalar aslında oranın dolmuşları. Gemilerden inen bizim gibi bilgisizleri kazıklıyorlar. İnişli çıkışlı yollardan araba son sürat geçerek bir iki yerde fotoğraf molası veriyor. Şöfor ufak tefek açıklamalarda bulunuyor. Aldığı paranın karşılığında istediğim halde bana bir belge vermiyor.


Adada çok şık villalar var. Bunların bir kısmının bahçesinde keçiler,tavuklar görüyoruz. Başşehri Charlotte Amalie diğer adadaki gibi kuyumcu özellikle pırlanta dükkanlarıyla dolu. Dar sokakları 2 katlı kolonyal evleriyle şirin turistik bir kasaba. Pek çok zenci sıcaklardan korunmak için saçlarını topluyor ancak saçları çok gür olduğu için tepelerinde kocaman bir kütle görünümünde oluyor.


Gece tenor ve sopranoların verdiği konseri izliyoruz. Her akşam 22 den sonra çeşitli barlarda dans müziği çalıyor ama en önemlisi black and white isimli bir barda oluyor. Uzakdoğulu bir çift var. Her gece oradalar. Her akşam başka şık bir kıyafetle geliyor ve muhteşem dans ediyorlar. Biz ancak bir gece gittik. Nedense  erkenden uykumuz geliyor. Benim dizim kötü. Devamlı ağrıyor. Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Moralimi çok bozuyor.


Bu geceki gösterinin teması Karayip korsanları. Geminin bütün gösteri ekibi katılmış. 10 dansçı, 9 diğer numaraları yapanlar. Hele bir kızlar var. Sanırsınız lastikten yapılmışlar. Olmadık şekilden şekle giriyorlar. Gemideki bu tür gösteriler çok keyifli oluyor. Dekor,k ıyafetler, danslar hepsi birbirinden güzel ve renkli oluyor.


16 KASIM 2013

Puerto Rico adası bugünkü durak yerimiz. Gece saat 1’e kadar vaktimiz var. Sabah erkenden yola çıkıyoruz. Hava çok sıcak ve nemli.  San Juan  eski ve yeni şehir olarak iki kısımdan oluşuyor. Eski şehir kolonyal evleri ile kale duvarları içindeki turistik dükkanların, kafelerin ve parlamentonun bulunduğu bölge. Denizin ve kale duvarlarının kıyısından yürüyerek, hayranlıkla tropikal bitkileri , renkli binaları seyrederek dolaşıyoruz.





















İspanyollar 1521 de adaya geldikten sonra saldırılardan korunmak için bugüne kadar sağlam kalan kale ve duvarlarını inşa ediyorlar. San Juan yeni dünyada en iyi korunmuş şehirlerden biri. Müzelere, sanat galeri ile dolu. İspanyol mimarisine uygun olarak meydanlardan yayılan dar sokaklardan oluşuyor

Eski şehri çevreleyen surların üzerinde iki tane büyük kale var. Bunlardan biri Morro diğeri San Cristobal kalesi ki İspanyolların yeni dünyada inşa ettikleri en büyük kale imiş ve inşaatı tam 150 yıl sürmüş. Morro kalesinin  hemen yanında eski mezarlık var. Şehirde değişik sokaklarda ücretsiz gezen arabalar var. Bir tanesine atlıyoruz. Dik bir yokuşa kurulu şehri geziyoruz. Şansımıza bugün bir festival varmış. Her yerde ressamlar, müzisyenler, kermes gibi yemek satanlar, kısa tiyatro oyunları izliyoruz. Kristof Kolomb’un. heykelinin olduğu meydan kafeler ve çeşitli hediyelik eşya satan standlarla dolu. Sıcaktan ve dizimin ağrısından bunalıp gemide biraz dinleniyorum. Sonra kendimi tekrar sokaklara atıyorum. Parlamento binasının olduğu yere yürüyorum. Binanın karşısında sırayla dizilmiş ABD başkalarını heykelleri var. Ayrıca ülkeye yararlı olmuş kişilerin fotoğrafları ve özgeçmişlerinin olduğu panolar.



Kafelerin iç dekorları olağanüstü keyifli düzenlenmiş. İnternete girmek istiyorum. Ancak üç ayrı kafeden denememe rağmen bağlanamıyorum.

Yemekten sonra Nur bizi oradaki bir birahaneye götürüyor. Sokaklarda müzik çalıyor insanlar, dans ediyor. Birahanenin dışarıdan görüntüsü bir şeye benzemiyor ama içerisi çok özel. Burası kendi birasını yapan özel bir mekan. Önce küçük kadehlerde 5 çeşit bira geliyor. Onların tadına bakıp ne içmek istediğimize karar veriyoruz. Bir de muzun bir çeşidinden yapılmış püre türü yiyeceklerle humus ısmarlıyoruz. Buralarda humus sağlıklı yiyecek olarak meşhur olmuş.
Oradan çıkıp bir başka yere gidelim diyorlar. Benim eski enerji yok. Gemiye döneceğim. Yolda birden yağmur bastırıyor. 10 dakika bile sürmeyen bardaktan boşanırcasına bir yağmur.  Gemiye dönüp dans salonun bir göz atıyorum ve geminin dansçılarının gösterilerini izliyorum.


17- 18 KASIM  2013
Artık gemideki son iki günümüze geldik. 19 kasım sabahı miami de olacağız. Sabahları erken kalkıp jakuziye ve havuza giriyorum. Hava rüzgarlı olduğu için gemi sallandıkça havuzun suyu da ileri geri gidiyor ve yüzmek çok keyifli oluyor. Kolejden sınıf arkadaşlarım burada . biraz onlara takılıyorum. Bloğumu yazıyorum, briç oynuyorum, kitap okuyorum  geceleri geminin düzenlediği gerçekten profesyonel gösterileri izliyoruz. Sonra da genellikle yatıyorum. Gemide izlerim diye getirdiğim filmlerden hiç birine bakacak vaktim bile olmadı.

      MİAMİ PANAMA SAN BLAS ADALARI


19 Kasım 2013

 


Miami gemiden
Denizde arabaların gösterisi
Bu sabah Miami limanına giriyoruz ki ne giriş.!! MSC önceki programda Bahamalara da uğruyordu. Sonradan iptal etti. Hikmetini bu sabah anladık. Geceden takmamız için gözlük dağıttılar. Sabah hepimizi güvertede topladılar. Üç araba,deniz motorsikleti,  havaya su sıkan motorlarla denizde çeşitli aktivite düzenlendi. Havadan helikopter muhtemelen reklam filmi çekti biz de el sallayarak figüran olduk. Msc ilk defa Amerika kıtasına geliyormuş. Ve bizim gemi iki sene bu bölgede çalışacakmış. Onun için bu kadar şamata yapılmış ve Miami de pek çok kişi de bu işten bu şamata sayesinde haberdar olmuş. Nitekim otobüste konuştuğum bir çift de bizden sonraki MSC turuna katılıyorlarmış.

 
küçük  Havana

Miami, Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Florida eyaletinin en büyük ikinci şehri. Atlas Okyanusu kıyısında ve en gelişmiş sektörü turizm. Bu gezide dikkatimi çeken konu Türkiye’denim deyince artık kimse orası nere demiyor neresindensin içinden mi gibi )) sorular soruyorlar.

 

Gemiden toplu inişler çok problem oluyor. Kahvaltı bir hengame ,çıkınca vesait bulma başka bir problem. Ben bugün yeğenim Arda ile buluşacağım için yalnız yola çıkıyorum. Şehre inmek içi otobüs bakınırken tramvayı görüyorum. Burada da Puerto Rico gibi şehrin çeşitli yerlerine ring servisi yapan tramvaylar var. Bir harita ya da turizm ofisi bulmak amacıyla bu tramvaya atlıyorum
 merkezde iniyorum. Ama ne bir harita ne de turizm ofisi bulma ihtimali yok. Harita sorduğum insanlar beni marketlere yönlendiriyorlar. Bu arada bir Türk gruba rastlıyorum. Bana Arda’nın gitmemi önerdiği küçük Havana’ya gidiyorlar. Hemen peşlerine takılıyorum. Ancak dizim onların hızına uymama mani olduğu için yolu anlayınca yavaşlayıp kendi tempoma dönüyorum.

 

domino oynayan adamlar
 
 Küçük Havana denen yerde de fazla bir şey yok. Kübalıların yaşadığı bir bölge. Açık alanda yaşlılar domino ve satranç oynuyorlar, dükkanlardan Latin müziği geliyor ve kapılarının önünde horoz heykelleri var. Zaten bütün Miami de ana lisan İspanyolca. İngilizce konuşan çok az insan var.  Hatta Miami belediye başkanı da bir Küba kökenli kadın. Bundan dolayı da Amerika nedense  bölünmemişJ).
Miami plajı

 

Oradan Arda ile buluşacağım Linchon Road a gitmeye karar veriyorum. O gelene kadar oralarda oyalanırım diyorum. Miami beach denen bölgede adalar var, burası da en büyük adanın üzerinde  şık dükkanların ve lokantaların bulunduğu bir cadde. Caddenin ucu plaja çıkıyor. Otobüsten inip cadde boyunca plaja kadar yürüyorum. Göz alabildiğine bir kumsal.
arda ile keyif

Arda ile buluşup şık bir lokantaya gidiyoruz. Benim Amerika spesiyalim istakoz. Güzel bir yemekten sonra caddede geziniyoruz. Sergileri geziyoruz. Biri doğa fotoğrafçısı Kip Evans  diğeri renkli ve parlak seramik çalışan Romerion Britto adlı  brezilyalı bir sanatçı. Bavulların üzerine, defter kapakları gibi yaptığı şeyler her yerde.

Geç vakit Arda beni gemiye bırakıyor.

 

20 KASIM 2013

 

Gemiden ayrılıyoruz. Sabah 7 den öğlen 12 ye kadar süren bir macera.  Oradan havaalanına gidiyorum. Panama’ya uçağım akşamüstü. Elimde koca bavulla sokaklarda gezmek istemediğim gibi alışveriş niyetim de yok.




panama mimarisi




 


Havaalanında beni bir sürpriz bekliyor. Dönüş biletim olmadan Panama’ya gidemiyorum. Mecburen bir dönüş bileti alıyorum. Her ne kadar Panama’ya girişte kimse öyle bir şey sormasa da Amerika uçağa bindirmiyor.

Panama’da Cem karşılıyor. Evleri şehrin en güzel yerinde 10. katta denizi, ayı, güneşi, med ve ceziri, kuşları her şeyi görüyor. Gece Canan ve Cem’le sohbet ediyoruz.
mira flores panama kanalı
Cemlerin evinden yandaki yoksul balıkçı barınakları

21- 26 KASIM 2013
Casco Antigua  da öğrenciler

Cem hem seminerini ertelemiş hem de geceleri çalışıp günlerini boşalttı. Böylece Canan’la beraber beni çok güzel gezdirdiler.

İlk gün panama kanalını görmeye gidiyoruz.  Kanalın bir pasifikte bir de Atlantikte kilit denen yerleri var. Buralar deniz seviyesi ile nehir seviyesinin arasındaki dengeyi kurmaya yarayan mekanizmalar.

Casco Antigua
Kanal ile ilgili ilk inşaata 1880 yılında Fransızlar başlıyor. Hastalıklar ve mali sorunlardan dolayı inşaat kalıyor. Panama bağımsızlığını 1903 kazanınca Amerika ile anlaşıyor 1914 de biten kanalı 1999’a kadar işletiyor. 2004 yılında milyonuncu gemi geçmiş. 2014 de de kanalın 100. yılı kutlanacak.

Denizle nehir arasında 26 metre  yükseklik farkı olduğu için geçişlerde  kapakları  kapatıp suyu aynı seviyeye getiriyorlar ve geminin geçmesini sağlıyorlar. Bu işlem 45-50 dakika sürüyor. geminin kanaldan geçmesi ise 8 saat kadar sürüyor.Şu anda kanalı genişletme çalışmaları devam ediyor.

Yılda 14 bin civarında gemi geçen kanalda 9500 kişi çalışıyor. Yılda ortalama 13000 geminin her birinden  ortalama 100 bin dolar gelir sağlanıyor. Şimdiye kadar en yüksek ücreti bir Norveç yolcu gemisi ödüyor.419 bin dolar. En az parayı da ağırlığına göre hesap edilerek bulunan 1926 yılında kanalı yüzerek geçen Richard Halliburton ödüyor. 36 cent. Bu Richard inanılmaz maceracı bir adam . 39 yaşında ölüyor ama yaptıklarını internetten okuyabil ve şaşabilirsiniz.

Dönerken arka sokaklardan geçiyoruz. İnanılmaz zenginliklerin yanında oradaki sefalet içler acısı. Pakistandaki gibi burada da süslü eski otobüsler var.  Eski ABD okul otobüsleri. Bunlara ‘diablo rojo ‘ yani kızıl şeytan deniyor zira yollarda deli gibi hızlı gidiyorlar. Artık son senelerde alınan yeni klimalı otobüsler şehirde çalışıyor ama kızıl şeytanlarda şehir dışına çalışmaya devam ediyor.
 Bu otobüslerin arkalarındaki resimler İsa'dan  seksi kadınlar ya da çocukların resimlerine kadar uzanan yelpazede değişiyor.
diablo rojos otobüsleri


Ertesi günü sabah erkenden eski şehir denen Casco Viejo bölgesine gidiyoruz.  Küba havası olan sokaklarda dolaşıyoruz.

Peru lokantası
Panamacity’nin ilk yerleşimi 1671 de korsan Morgan’n işgaline uğrayıp ve hemen hemen tamamen yerle bir ediliyor. İspanyol kraliyeti şehri 8km ötedeki yarım adaya taşıyor. Orada med ve cezirden dolayı deniz geri çekildiği için saldırıya uğramasının nispeten zor olduğunu varsayıyor. 1673 de kurulan şimdi casco antiguo 300 kadar zenginlere ait duvarlarla çevrili evlerden oluşuyor. İspanyolların kurdukları her şehirde olduğu gibi burada da plaza mayor da metropolitan katedral etrafında korsanlardan korunmak için oluşturan  duvarlarla korunan bir şehir oluşturuluyor. Şimdi bu şehirde yoğun bir restorasyon çalışması yürütülüyor. Turistik dükkanlar ve lokantalar, yerli halkın el işlerinin satıldığı standlar var.  Diablico denen hoş bir restoranda ceviche ve kalamar yiyoruz.

Buradan sebze haline gidiyoruz. Her türlü sebze ve tropik meyvaların olduğu bir hal. Dört adam parayla domino oynuyorlar.

pazarda domin adamlar


Oradan otobüs garajına uğruyoruz .benim  gideceğim diğer yerler için bilgi topluyoruz ve şehir otobüsleri için kart alıyoruz.
Denizin okulunda

Denizin okulu şehrin biraz dışında gidip onu da alıyoruz.

Akşam Amador adalarına gidiyoruz. Üç adanın birbirine ve karaya bağlanmasıyla oluşan içinde lokantalar ,kafeler olan bir bölge. Önce dondurma yiyoruz, sonra balıkları besliyor ve rakunları izliyoruz.

mariscos market balık çarşısı
Cumartesi sabahı Cem’le erkenden kalkıp balık pazarına gidiyoruz. Akşam için balık karides ceviche (esası Peruya ait olan bu yemek  limon ,hardal benzeri baharatla pişirilen balık ürünleri)  alıyoruz. Ve hemen Colon’a yola çıkıyoruz. Colon Panamacity’nin kuzeyinde bir bölge. Oradan  sahildeki bir kasabaya ulaşıp bir tekneye binerek cennetten bir köşe olan İsla de Grande yani büyük adaya gidiyoruz. Bütün gün denizde yüzüyor, keyif yapıyoruz.

Colonda İsla de Grande ye giderken


İsla de grande den görünüş
 

 
Akşam deniz ürünleri ve şarapla  keyfili bir  sohbet sürdürüyoruz.

Pazar güne Cem görevle Brezilyaya gidiyor. Biz de Canan ve Deniz’le onlara yakın olan bir alışveriş merkezine gidiyor deniz’in saçlarını kestiriyoruz. Ben de etrafı dolaşıp biraz keşif de bulunuyorum. Otobüsler nereden gider, nasıl gider bunları anlamaya çalışıyorum.

25 KASIM 2013

Bundan sonraki iki gün otobüslere atlayarak  Panamacity’yi tanıma, keşfetme gezilerine çıkıyor, bir yandan da beni otobüsle gidemeyeceğim yerlere götürecek tur adreslerini bulmaya çalışarak geçiriyorum. Burada adresler çok garip. Sokak adı ve bina adı var. Ben 49. caddeyi arıyorum ancak haritada 48 var 50 var ama 49 yok. Sora sora Bağdat bulunurmuş ben de 49. caddeyi buluyorum haritada adı Ave. 4 a Sur  yazan caddenin diğer adı 49. cadde imiş. Ancak caddeyi bulmak yetmiyor sonra da binayı bulacaksınız. El dorado binasının yerini bilen yok. Sokakta aşağı yukarı iki posta gitmeme rağmen nafile.  Yapacak bir şey yok yoluma devam ediyorum, çarşının olduğu yerden kendime bir telefon alıyorum. Buradan bir hat alıp rahat rahat  konuşmak için ilk adım bu. İglesia del Carmen kilisesini geziyorum.
Carmen kilisesi
Sokaklarda dolanıyorum. Kadınlar torbaların içinde köşe başlarında 1 dolara yemek satıyorlar. Burada Cem’lerin oturduğu bölgeye göre daha fazla insan sokaklarda. Daha sonra telefonuma hat da alınca artık Orta Amerika’da fink atabilirim.

Akşamüstü apartmanın sosyal tesisindeki deniz’in bir arkadaşının doğumgünü partisine gidiyorum. Animatörler çocukları oynatıyorlar. Açık büfe yemek var. Fakat gürültü çok fazla dayanamıyorum. Büyük bir şeker torbasını patlatma ritueli varmış . maalesef onu kaçırıyorum.

Kuna  yula girişi renkler kürtlerin renkleri
Salı günü yine sokaklardayım. San Blas adalarına gitmek için bir turizm acentasının adresini aramaya koyuluyorum. Bu sefer şansım yaver gidiyor ve panamacity’nin bize göre öbür köşesinde acentanın yerini buluyorum. Küçücük bir odada 4 genç çalışıyor. Esas internet üzerinden satış yapıyorlarmış. Hemen 300 doları bastırıp ertesi gün için bir tur alıyorum. Zira San Blas adalarına ancak turla kolayca gidilebiliyor.

 

 
İspanyollardan önce var olan yerli halktan ancak 7 tanesi bugüne kadar gelebilmiş bunlardan en önemlisi de Kuna Yula’lılar.
kocaman bir deniz yıldızı

Sagdup adası
kuna kadınları
 San Blas adaları Kuna Yula özerk bölgesine ait. 400 adadan 40 iskan edilmiş. Bu adaları ancak  Kunalılar satın alabiliyor. Kuna Yula yerlileri Kolombiya’dan 16. yy da gelip 19. yy da  o zamana kadar korsanların yaşadığı  San Blas sahiline yerleşmişler. 1925 de özerkliklerin kazanmışlar. Komünal bir yönetim var. Her büyük adada üç tane yönetici bulunuyor. Panama polisi bu bölgeye giremiyor. Onun için Kolombiya’dan esrar kaçakları özellikle yerleşim bulunmayan adaları kullanıyorlar. Ancak Kuna Yula sınırından çıkarken Panama polisi yerlileri didik didik arıyor. Bu bölgeye giriş ya  adalara ayak basmak hep parayla mümkün. Kuna Yula kadınlarının kıyafetleri çok süslü. Fotoğraf çekmek için para ödemeniz gerekiyor. 2 dolar ödemeyip fotoğraflarını çekmediğime pişman oldum.

400 adadan biri
Adalardan kıyıya en yakın olan Sagdup adasında 1000 küsur kişi yaşıyor. Okul,hastane, karakol gibi lüzumlu yerler bu adada.

coco blanco dayız
papağanımız Loretta
plantas yiyen loretta
şeşfaf yengeçler
Benim gideceğim ada coco de blanco . yani beyaz Hindistan cevizi adası. Gerçekten kendisi beyaz ve Hindistan cevizi kadar küçük. Sabah 5 de turun şoförü Manuel’in  beni alması gerek ancak 6 da geliyor. Arabada 5 kişiyiz. 2 kişi yalnızca oraya gitmek için arabadalar. Amerikada yaşayan Hintli bir çift bir günlüğüne geliyor. Ben üç gün kalacağım.  Araba bizi nehir kıyısında bir yerde bırakıp gidiyor. Ortalık karman çorman. Ben panikliyorum. Zaten parayı basit bir makbuz karşılığı vermişim. Az değil üstelik. Neyse bir adam geliyor. Roberto.bütün Kunalılar gibi o da çok kısa boylu. Tekneyle yola çıkıyoruz. Yarım saat büyüklü küçüklü adaların yanında geçerek ufacık adamıza varıyoruz. Adanın yarısı başka birilerine ait. Roberto ile araları pek yok. Onların tarafında bira kutularından geçilmiyor. Bizim tarafta 7 kabana var. 3ünün tuvalet banyosu içinde ve adanın ön tarafında manzaralı yerdeler. Biz gariban takımı arkada ortak tuvalet ve banyoyu kullanıyoruz.  Turu bana çadır diye satmışlardı ancak hafta içi olduğu için ada tenha ve bana tek başıma bir oda veriyorlar. Banyoda yağmur suyu ve tasla duş alabiliyorsun. Adamızın Loretta isimli bir papağanı var. Yemek yediğimiz yerin penceresinde pinekliyor ve arada sırada sesler çıkıyor. Bir de adamızda şeşfaf kocaman siyah gözleri olan yengeçlerimiz var. En ufak bir hareketimize vınn diye deliklerine kaçıyorlar.

ahçımız Hindistan cevizlerini soyuyor
İngiliz gezgin bir çiftle hemen kaynaşıyoruz. Lester ve Carmela. Gezilerinin son durağı burası. Omlet ve pencaketen*** oluşan kahvaltımız edip tekneyle adaları gezmeye çıkıyoruz. Her adaya ayak bastığımızda 2 dolar vermek zorundayız. İsla del perros yani köpek adalarına gidiyoruz. Orada bir gemi batığı var. Gözlükle renk renk balıkları ve mercanları görmek mümkün. Ayrıca bir de market var. Bira , su çerez gibi şeyler satıyorlar.

Akşa üstü adaya dönüyor öğlen yemeğimizi yiyoruz. Üç gün boyunca balık,deniz ürünleri ya da tavuk arasında seçme yapabiliyorsunuz. Yanında Hindistan cevizi suyunda yapılmış pilav, salata ya da  muz ve patates arası  kızarmış plan?? Den oluşan akşam ve öğlen yemeklerimiz var.

ben köpekler adasında
tek ağaçlı ada
Adanın sahibi Roberto’nun karısının büyük babasıymış. Kuna’lar bizden farklı olarak evlenince hanım köylü oluyorlar. Daha önce Panamacity de çalışıyorlarmış üç yıl önce adaya gelip turizm işine girmişler.

Geceleri deniz kenarında oturup sohbet ediyoruz. Her sabah birileri gelip birileri gidiyor. Bazıları günlük bazıları 2 günlük bazıları da benim gibi 3 günlük tur aldığı için devamlı bir sirkülasyon var.
coco blanco adasında gün batımı

İlk gün hava çok güzel. Ertesi gün hava kapıyor ve rüzgar çıkıyor. O gün san blas adalarının en ucu olan Hollanda adalarına gidiyoruz. Çıkıyor tekne iniyor tekne. Bayağı sarsıntılı bir yolculuktan sonra bu adaya varıyoruz. Ortalıkta kimseler yok. Ev falanda görünmüyor. Tam 2 doları kurtardık derken bir köpek ve bir adam belirip tahsilatı yapıyorlar. Adanın orada hava açtığı için keyifle denize giriyoruz. Adaya gelen İngiliz çiftlerden bir tanesi Türkiye ‘ye gelmiş seni seviyorum ve bir iki küfür öğrenmiş. Gece biraları içip kafayı bulunca durmadan bana sataştı. Hep beraber güldük.


dönüyoruz
Böyle tembel tembel üç günden sonra Roberto sabah erkenden beni aldığı yere bırakıyor ve yine Manuel’i beklemeye başlıyorum. Geliş gidiş işlemini de Kuna’lılar yapıyor ve turizm acentası hiçbir sorumluluk kabul etmiyor.  Manuel iki saat sonra geliyor. Orada otururken Fas’lı bir çocukla tanışıyorum. Abd’de patronu Türkmüş. Patronu öve öve bitermedi. Adam 44 ülke gezmiş ama ruh gibi hiçbir şeyden haberi yok.

Cananlara  gelip güzelce bir banyodan sonra bloğumu yazıyorum.